ABD’nin Hava Konuşlu Lazer (Airborne Laser. Hava-Hava) ve Gelişmiş Taktik Lazer (Advanced Tactical Laser. Hava-Kara) programları dahilinde geliştirilen ALTB (Hava Konuşlu Lazar Test Platformu) programı son iki seferdir hezimete uğruyor.
Eylül başında gerçekleştirilen bir testte daha sonra yazılım hatası olarak açıklanan bir hata sebebiyle 100 mil mesafeden imha etme kabiliyetini kanıtlayamayan ALTB, aynı hezimete geçtiğimiz hafta da uğradı ve katı yakıtlı, kısa menzilli bir balistik füzeyi imha edemedi.
ALTB hedefi aşağıdaki üç aşamada yok ediyor:
İlk Tespit: Sistem kızıl ötesi sensörler yardımıyla hedefin yerini tespit ediyor.
İkinci Tespit: İkinci tespit sürecinde üç adet düşük enerjili izleme lazeri daha devreye girip, hedefin hava içerisinde yarattığı aerodinamik bozuklukları tespit ettikten sonra diğer lazerler yardımıyla da, hızını, muhtemel rotasını ve hedefini hesaplıyor ve ilk tespitin bulgularıyla karşılaştırarak doğrulama gerçekleştiriyor.
Ateşleme: Hedefin yeri ve rotası belirlendikten sonra üçüncü ve megawatt seviyesindeki yüksek enerjili lazer sistemi devreye girerek hedefe kilitleniyor. Yüksek miktarda enerjiye maruz kalan hedef ısınarak mekanik ve elektronik arızaya uğruyor ve etkisiz hale geliyor. Ateşleme sadece 3 ila 5 saniyelik bir ışınlamadan ibaret.
Tüm bu süreç hedeflerin tespit menziline girmesiyle birlikte 12 saniye kadar sürüyor.
Füze Savunma Ajansı (MDA: Missile Defense Agency) hezimetten sonra yaptığı açıklamada, kilitlemenin başarıyla gerçekleştirildiğini ancak yüksek enerjili lazere geçişte sorun yaşandığını, yani yukarıdaki aşamalardan ilk ikisinin başarıyla aşılmasına rağmen, üçüncü aşamaya başarıyla geçilemediğini ifade etti.
Daha önce 50 mil mesafeden hem katı hem de sıvı yakıtlı hedefleri imha edebildiğini ispat eden sistemin kritik bir adım olan 100 mil mesafeden imha kabiliyetiyle ilgili soru işaretleri, olayın bir şanssızlık mı yoksa tasarım hatası mı olduğu konusunda şüpheler uyandırmaya başladı ve ulaşılmak istenen kilometre taşının tamamen hayal olması tehlikesini de beraberinde getirdi.
Nitekim bir testin 40 milyon dolara mal oluyor olması şu sıralar F-35’in de nasibini aldığı kesintilerin ilgi alanına giriyor. Zira program kongrede tartışıldığında bu sistemin mevcut teknolojik seviyeye göre fazlaca hayalperest ve bu yüzden oldukça pahalı olabileceğini iddia eden muhalefete karşı koymada Şubat ayında gerçekleştirilen başarılı testler kullanılmış ve bu sayede programa bütçe aktarılması tekrar sağlanmıştı. Ancak iki ay içerisinde gerçekleşen iki başarısız test 80 milyon USD gibi bir maliyetin -ABD basınının tabiriyle- “çöpe atılması”na neden oldu.
Takvimin gerisinden gitmesiyle eleştirilen bu çok pahalı program, mühendisler başarısızlığın sırrını çözse ve bunun basit bir talihsizlik olduğunu gösterse bile sıradaki bütçeden pay alamayabilir.
Şubat’tan Ekime…
Geçtiğimiz Şubat ayında, Ronald Reagan’dan bu yana bir “Star Wars” rüyası olarak ABD ordusunun gelecek hedefleri arasında yer alan “yönlendirilmiş enerji silahları” nın başarısı davul zurna ile karşılanmış, toplamda 5 milyar dolara mal olacak program, Boeing 747 platformunda hayat bulmaya devam edecek şekilde 2011 yılı bütçesinden pay kapmayı başarmıştı.
O tarihte konuyla ilgili kaleme almış olduğum yazıya aşağıdaki adresten ulaşılabilir:
Eski yazımızda görebileceğimiz bazı bilgileri hatırlatmak amacıyla buraya tekrar aktaralım:
Lazer sistemlerin konvansiyonel sistemlere göre çeşitli üstünlükleri mevcut:
1. Aynı anda bir kaç hedefe eş zamanlı saldırı düzenlenebiliyor.
2. Hava konuşlu olduğu için yüksek hareket kabiliyetine sahip ve dilenen yere transfer edilebiliyor. Yerde konuşlu bir istasyona ihtiyaç duyulmuyor.
3. Yüksek hareket kabiliyeti sayesinde sadece savunmada değil, taarruzda da kullanılabiliyor.
4. Ağ merkezli harp unsurlarına kolaylıkla entegre edilebilme kabiliyetine sahip.
5. Tahrip gücüne sahip fiziksel bir nesne bulunmadığından ikincil seviye bir engelleme ile karşılaşması mümkün değil.
6. Konvensiyonel sistemlerin aksine yeniden yükleme, yeniden ateşleme gibi vakit alan süreçlere sahip değil. Tüm süreç sadece 12 saniye sürüyor ve kısa sürede yeniden ateşlenebilir hale geliyor.
Kızılötesi olduğu için çıplak gözle görülemeyen COIL lazeri, 1.315 µm dalga boyuna sahip. Katı hal lazerlerine göre ise çok daha kolay bir şekilde yönlendirilebiliyor. İlk olarak 1977 yılında ABD ordusu tarafından geliştirilen ancak o dönemde odaklama, yönlendirme gibi ihtiyaç duyulan prosesler için ihtiyaç duyulan teknolojilerin yokluğu ya da pahalılığı yüzünden etkili olarak kullanılamayan lazer, metaller tarafından çok iyi absorbe edilmesiyle ön plana çıkıyor. Zira bu da metal yüzeyli hava hedeflerinin imhasını kolaylaştıran sebeplerden.
COIL lazerini üretebilmek için aslında roket itkili füze ve bombalarda kullanılan yakıtın bir benzeri kullanılıyor. Tabir-i caizse YAL-1 üzerinde taşınan bir depo yakıtla 20 atış yapılabiliyor. Daha küçük ve kolay avlanabilir taktik balistik füzeler için yapılacak daha düşük enerjili atışlar için bu rakam 40’a kadar çıkabiliyor. Ancak hava aracının emniyetini sağlamak için opeasyon sırasında ALTB platformuna sahip uçağa jet uçaklarının ve en az bir adet elektronik harp uçağının eşlik etmesi planlanıyor. YAL-1’in havadan ikmal edilebilmesi ise, potansiyel hedef fırlatıcı alanlar üzerinde sekiz çizerek, uzun süreler görev yapabilme imkanı sağlıyor.
Ancak tüm bu üstünlüklerine rağmen Obama yönetimi henüz bu teknolojiye bu kadar para aktarmanın uygun olmadığını düşünüyordu. Başka bir deyişle, 2011 bütçesinden şans eseri dilim alan lazer teknolojisi, bu iki başarısızlıkla birlikte ciddi bir tehdit altında. Hatta biraz cesaretle büyük konuşmak gerekirse, Obama yönetiminin kesintilerdeki sınır tanımazlığı ile birlikte lazer teknolojisi şimdilik çıkmaza girmiş gibi görünüyor.
Sonucu zaman gösterecek.
Herkese iyi haftalar.
Tevfik Uyar
SSNET Genel Yayın Yönetmeni
Bir yanıt yazın