Şu meşhur cehennem fıkrasını bilirsiniz: Şeytan yeni gelene cehennemi gezdirir. Her ülkenin kendine ait kazanları vardır. Her kazanın başında bir zebani. Çıkmayı başaranı içeri iter. Bir kazanda yoktur bu zebani: Türkiye. Yeni gelen sorar: “Neden Türkiye kazanında yok?”. Cevap basittir: “Onlar çıkanı aşağıdan çekiyor zaten”
Bir önceki nesil 80’lerde olan biteni gördü. İnsanları depolitize eden yeni bir anayasa ile birlikte zihinler de depolitize olmuştu. Bir süre için Devlet “Baba” idi ve ne yapsa yeri idi… Anneler, babalar tarafından gençlere sağa, sola, siyasete karışmaması söylendi.
90’lardan sonra da bir süre devam eden durum, Türk Sinema Sanatı’nın gelişmesi ve endüstriye dönüşebilmesi, herkesin erişebildiği bir mecra olan internetin ucuzlaması ve gençlerimizin buna gösterdiği ilgi ile fikirlerin yayılması ve yaygınlaşması yeni bir bilinç oluşturdu belki de. Bugün Avrupalı sosyalbilimciler bu yeni kültürü “üçüncü kültür” olarak anıyor. Elindeki her bilgiyi paylaşan, internette kurdukları bir mecrada bir araya gelerek ortak bir projeye imza atan yeni bir nesil ortaya çıktı ve bu yeni nesil sahip olduğu bilinçle birlikte bir şeyleri sorgulamaya başladı.
Bugün bu neslin iki belirgin temsilcisi var. 90’larda genç olanlar ve 90’larda çocuk olanlar.
90’larda genç olanlardan yaş itibariyle bugün Türkiye’nin önemli noktalarında yer tutabilenleri var. 90’larda çocuk olanlar ise bugün ciddi başarıların altına imza atmak üzere kendilerini geliştiriyorlar. Her mecrada girişmci olanlarının ilginç fikirler geliştirdiğini görebiliyoruz.
Ve daha da önemlisi, artık değişim talebine direnemeyen bir devlet modeli çıkıyor karşımıza. Eskisi gibi sadece gazetelerin yazdıklarına değil, kişilerin ulaşabildikleri tüm bilgilere çoğul ulaşım sağlabiliyor. Teknoloji ve bilinç aynı hızla ilerliyor. Artık vatandaş, internet aracılığıyla, eleştiri yapabiliyor, sesini duyurabiliyor. Şu halde bilinçlenen halk kitlesi, sesini doğru yönlendiriyor. Kısacası: Her şey şeffaflaşıyor. Gelecek bilinçli kitlenin müşterek ürünü hale geliyor.
Geçtiğimiz hafta TAI’nin Entegre Uçak Grup Başkanı Sn. Özcan Ertem ile yaptığım röportaj, Sn. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun “bilim+gönül” kavramının ne olduğunu tekrar anlayabilmem adına benim için önemliydi. Burada gönül, hem kendisinin işine gönlünü vermesi, hem de her şeye rağmen ne kadar mütevazı olduğunu ifade ediyor.
Yukarıda bahsettiğim iki gruptan birincisine, yani “90’larda genç olanlar”a dahil olan Özcan Ertem, 20 yıldan bu yana TAI’de. Kendisi aynı zamanda pilot. “Uğraştığımız şeylerin nasıl kullanıldığını bilmeden bu işi yapmak anlamsızdı” diyor. Kendisi de meslektaşım, ve bana da uçmamı tavsiye ediyor: “Uçak mühendisleri uçmalı” diyor. “Onca şey öğreniyoruz ve nasıl tatbik edildiğini görmemiz lazım” diyor. TAI’yi uçarak terkeden uçaklardaki tecrübe uçuşlarına bizzat katıldığını da belirtiyor.
Kendisinin TAI’nin geldiği konumla ilgili anlattıkları önemli. Zira bizlerin bölük pörçük, aralıklarla duyduğumuz haberleri birinci ağızdan topluca duymak çok önemli. Bir şeye değer katabiliyorsanız, o münferit şeylerin toplamı, toplamlarından büyük olur. TAI’de de benzer durum mevcut.
Bu yazının girişinde anlattığım fıkranın tersine, TAI, artık bir ana yüklenici, bir entegratör olarak görev yapıyor ve oluşturduğu tedarik zinciri ile diğer yerli firmalara da ciddi bir dağılım sağlıyor. Eskiden “TAI tekelinden rahatsızlık duyan” yerli sanayicilerle karşılaşırken, bugün bizzat TAI’nin büyük projelere girip almasını can-ı gönülden destekleyen bir sanayici kitlesine sahibiz. Kimse inkar edemez ki TAI, yarattığı alt tedarikçilerle, destek verdiği küçük-orta ölçekli sanayi ile bugün Türk Havacılık Sektörü’nün tam anlamıyla kalbi.
O halde TAI’nin Türkiye’nin idealist insanlarını bir araya getirme vakti gelmiş gibi görünüyor. Türkiye’de uçak ve uzay mühendisleri genelde idealizme sahip olarak mezun oluyorlar. En nihayetinde bu mühendislik dalları ileri teknoloji geliştirmek üzere hayata atılacak mezunlar yetiştiriyor. Çok uzun bir süre uçak ve uzay mühendisleri beyaz eşya, otomotiv vb. sektörlerde çalışmak zorunda kaldılar ve elbette ki bu sektörlere de çok büyük katkıda bulundular. Ancak ne mutlu ki bugün bu mühendisler kendilerine çalışma mecrası bulabiliyorlar, zira sadece TAI değil, Aselsan, Havelsan, Roketsan gibi sektörün ağır ağabeyleri ve onların büyümesi ve gelişmesine ön ayak oldukları, önce KOBİ olarak başlayan ve sonra ciddi seviyelerde büyüme gerçekleştiren ikincil ve üçüncül derecedeki oyuncular ve gerçekleştirdikleri butik ve uzmanlaşmış işleriyle kendisi küçük ama katkısı büyük KOBİ’lerimiz hem istihdam, hem de yarattıkları ekonomik değer ile geleceğin güzel şeylere gebe olduğunu ispat ediyorlar.
Bugün ANKA’nın uçuş testleri için gün sayıyoruz. Hürkuş’un fabrika çıkış töreni kapıda. Bunun yanısıra İHA teknolojileri ile ilgilenen bir çok firma var ve bunlardan bir kısmı hatırı sayılır başarılar elde ettiler. İşletme stratejileri gereği bugün sadece uçak parçası tasarım, analiz ya da üretimi gerçekleştiren ancak diledikleri takdirde çok daha büyük ve çok daha sistematik projeler geliştirme yetkinliği bulunan firmalar ve buralarda istihdam edilmiş yetişmiş iş gücünü hesaba kattığımızda ümidimiz artıyor.
“Türkiye’de başarı cezalandırılır” denilen “Devrim Arabaları” zamanından bugüne önemli bir bilinç değişimi ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Daha da önemlisi –o zamanın tam aksine- “biz yapabiliriz” değil de, “biz yapamayız” diyen zihniyet kınanıyor. Yerli bir uçağın fabrika çıkış töreni gururunu yaşamayalı –ki o zaman böyle bir adet de yoktu açıkçası- yarım asırdan fazla bir sürenin geçmiş olduğunun farkında mıyız?
Eksikler ve hatalar yok mu?
Elbette var; ama burada belki biraz daha duygusal yaklaşıp: “Marifet bilmezden gelerek sevmektir” diyoruz. Biz doğru bildiklerimizi gereken mecralarda dile getirmeye devam edeceğiz; ama daha önce İTÜ pSAT uydusuyla ilgili konu gündemde iken de söylediğim gibi: Ellerinden geleni artlarına koymayarak ülkemize güzel bir gelecek sağlamaya çalışanların morallerini bozmamak gerekir.
Nacizane, kendilerini gönülden tebrik ediyorum ve Sn. Özcan Ertem gibi hem işin teknik kısmına hakim, hem de Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu yönetim anlayış ve becerisine sahip daha nice insanın olmasının geleceğimizin teminatı olduğuna inanıyorum.
Emin olun, 90’larda çocuk olanlar da gümbür gümbür geliyor şimdi.
Gelecek güzel şeylere gebe.
Bir yanıt yazın