Havacılığın gözünü seveyim

01 Mart 2010
4 min read

Her tür muamma insan üzerinde derin duygular uyandırır. Bu duygu heyecan olabilir, mutluluk olabilir, ümit olabilir, çoğu zaman da korku olabilir. Bilinmezlik korku ve kaygının ana kaynağıdır. Tedbir ise yegane ilacı. Ancak her tedbir korkuyu tedavi edici ya da önleyici de değildir.

Ancak karanlık da dahil olmak üzere bir çok fobi bilinmezliğin doğasındandır. Yenmenin yolu da az önce de bahsettiğimiz gibi, tedbir almak, tedbir almak mümkün olmasa bile bilgi almak, bilmektir. Bu yüzden canınızın sorumluluğunu başkasına teslim ettiğiniz durumlarda, bilhassa ulaştırma araçlarında olduğu gibi, herhangi bir arıza, terslik, aksilik varsa bilmek istersiniz.

Temelleri ve kuralları bilimsel method ve bilgilere dayanan “havacılığın” gözünü sevmek de işte buradan çıktı. Bu yazıyı dört haftadır yazacağım da bir türlü kısmet olmadı… Araya başka türlü konular girdi…

Velhasıl, Bostancı-Bakırköy deniz otobüsü hattını çok kullananlardanım. (Anadolu yakasında oturan bir çok havacı gibi diyelim…)

Bildiğiniz üzere bir ay kadar önce sık aralıklarla fırtınalar yaşadık. Deniz otobüsü seferleri de fırtınaya bağlı olarak zaman zaman iptal edilir.

O gün öyle bir sefere denk gelmiştim ki; iptal ihtiyacı bizim seferden sonra gerçekleşti. Yani iptal edilmesi gerektiği kadar güçlü ve kuvvetli dalgaların olduğu muhtemelen bizim seferimiz sırasında anlaşılmıştı. (Başka ölçme sistemleri varsa bilemiyorum…)

Zaten dikkat çekmek istediğim konu, yolcuların rahatlığı.

İyi güzel, hoş. Sefer başlangıcında “Deniz dalgalı olduğundan bundan olumsuz etkilenebilecek yolcuların önlemlerini alması gerektiği” banttan anons edilmiş ve isteyen yolculara poşet dağıtılmıştı.

Ancak denizin bu kadar dalgalı olduğuna ben de ilk kez şahit oldum.

İlk etapta yükseliş ve alçalışlardan keyif alırken, geminin çaprazdan aldığı dalgalara çarparak dalga çukurlarına düşmesi “denizin dalgalı olduğundan…” ile başlayan anonsun “nicelik” belirtmediğini ortaya çıkardı. “Sıkı tutunun” dense anlardık…

Bu da tabi ki beraberinde paniği getirdi. Gemide yer alan çocuklar ağlamaya başladı. Kadınlar her yeni dalga boşluğunda çığlık attılar. Birisinin şekeri yükseldi. Tansiyonu düşenleri ve elden ele kolonya uzattıklarımızı saymıyorum.

Peki “havacılığın gözünü neden seveyim?”

Havada bu tarz şeyler olmuyor mu?

Olmaz mı. Türbülansın en dik alası oluyor, yıldırım düşüyor, hava boşluğuna giriliyor… Ancak pilot hemen anonsta bulunarak yolcuları rahatlatıyor. Sadece sarsıntılarda değil; pas geçildiğinde, havada bekleme yapıldığında…

Yolcular “acaba ömrümüz bu kadarmış, bir felakete mi uğrayacağız” demeden, “şehadet getirmeden” bilgi veriliyor.

Zira o hengame içerisinde gemi görevlisini yanıma çağırarak, kaptanın niçin anons yapmadığını sordum. İlk başta banttan bir anons yapıldığını hatırlattı. “Gemi yarılsa da anons yapılmayacak mı yani?” dedim. Kaptana ileteceğini söyleyerek gitti.

Az sonra gemi kaptanı anons yaptı: “Deniz biraz dalgalı. Fırtına sebebiyle sarsılıyoruz, ancak anormal hiçbir durum yok. 5 dakika içerisinde Bakırköy’de olacağız”.

Ondan sonra daha şiddetli dalgalar olsa bile, insanlar çığlıklar atmadılar…

İşin sırrı burada işte.

Havacılığın gözünü seveyim.

(IDO’ya fırtınalı havalarda kaptanların yapacağı anonslarla ilgili prosedürlerini yenilemelerini tavsiye ederim.)

Tevfik Uyar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir