AHLÂK VE ŞİDDET ÜZERİNE BİR KAÇ KELAM

25 Mayıs 2015
4 min read

Değişen Türkiye manzarasını fark ediyor musunuz? Yanılıyorsam siz söyleyin:

Trafikte, banka kuyruğunda, metrobüs sırasında, basit bir alışverişte sürekli olarak “dikkat etmezsem hakkım yenecek” kaygısı taşıyor musunuz mesela?

Birisi ticari etiğe aykırı davranıp rüşvet yedirmiş veya bozuk mal kakalamışsa “yazıklar olsun” mu denir? “sen işini bilirsin çakaaal” mı?

Hangi halde başarılı olma şansınız yüksektir: İşinizi iyi yaptığınızda mı? Doğru mevkilerde doğru insanları tanıyarak mı?

CHP’nin vaatlerinden birisi “siyasi ahlâk yasası” çıkarmak. Nedenleri malûm. Fakat ahlâkı sadece siyasi alana sıkıştırmak, ahlâk konusunu sadece siyaset üzerinden irdelemek biraz eksik bir bakış bana göre. Siyaset toplum tarafından üretilir. Bizim sadece siyasi ahlâkla sınırlı bir problemimiz yok: Toplum olarak ahlâk meselesinde çöküşe gidiyoruz. Siyasetse bunun sadece bir yansıması.

“Haksız insan” davranışı bu konuda önemli bir gösterge mesela. Toplumumuzun genel davranış örüntülerini bir düşünün: Tanımadığınız birisi size bir şekilde bir haksızlık edince kolaylıkla özür diler mi? Yoksa üste mi çıkmaya çalışır? (Ya da levyeyle kafanızı mı patlatmaya kalkar… Abartı değil; oluyor trafikte her gün). Mesela birisi kuyrukta önünüze geçtiğinde “pardon beyefendi, sıra benimdi” dediğiniz zaman, eğer ki sizden yaşlı ise -veya siz bir kadın, o da bir erkekse- sizce hemen özür diler mi? Bağırıp çağırma, itiraz ederseniz üzerinize yürüme olasılığı hakkında ne düşünüyorsunuz? (ve tüm bunlar olurken çevredekiler sadece izlemesi hakkında…)

Elbette herkes aynını yapacak, herkes bu çatışmalarda aynı şiddette aynı hödüklüğe maruz kalacak değil; olasılık açısından düşünmenizi istiyorum: Dilerseniz başka bir toplumla mukayese edin, dilerseniz on yıl önceki Türkiye ile.

Ben gözlemlediklerimi söyleyeyim: Ahlâk, güç, iktidar, otorite gibi birbirine bağlı pek çok kavramı anlamlandırmada ve bu kavramların hayattaki birbiriyle ilişkili pratiklerinde hızla yokuş aşağı yuvarlanıyoruz. Örneklerini hemen hemen her gün ya bizzat yaşıyor, ya gözlemliyor, ya da TV’lerden izliyor veya haberlerden okuyoruz.

Geçtiğimiz günlerde bankamatik sırasında önüme geçen 45-50 yaşlarında bir adamı bir defa uyardım diye beş dakika boyunca bana bağırdı, “hayır sabretsen ne olur?” diye tükürüklerini suratıma saçtı, “ne öyle hakkımı yedin filan diyosun; komünist misin sen?” diye beni azarladı. Abartmıyorum. Beş dakika boyunca avazı çıktığı kadar bağırıp “la havleler” çekti. Yine geçen hafta yakın bir arkadaşım ters yöne girmiş bir aracın “afedersin ters yöne girdim” diyemeyen şöförü tarafından çocuğunun yanında yumruklu saldırıya uğradı. Daha geçen hafta bir sürücü bir başka sürücüyü “yol vermesi için selektör yaktığı” için levyeyle döverek öldürdü. Milletvekilinin elini sıkmadı diye bir esnaf üç kişi tarafından darp edildi, dertlerinin ne olduğu bilinmeyen iki aile birbirlerine satırlarla ve baltalarla saldırdı.

Örnekler çoğaltılabilir ama çoğaltmanın da anlamı yok.

İtiraf edin: Artık trafikte işgüzarlık edip emniyet şeridinden gidenlere, sapaklarda sıraya girmeyip yanınızdan burnunu önüne sokup sizi atlatanlara zaten alışmışsınızdır.  Korna çalasınız bile yok. Her şeyden önce haksızlığını asla kabul etmeyecek. Hatta ve hatta -kimbilir- belki de size saldıracak.

Tüm bunlar bize ahlakın yerini güç ilişkilerinin aldığını, güçlü olanın haklı olduğunu ve gücüyle ahlaksızlığını bastırabildiğini gösteriyor. Ve tabi bizlerin de bunu kanıksadığını, yumruklaşmanın anlamsız ve her halükarda zararlı olduğunu, boyun eğmeninse maliyetsiz olduğunu düşünen rasyonel insanlar olarak bizlerin sessiz kalmayı alışkanlık haline getirdiğimizi de.

Dileyenler bunun kaynağını siyasette arayabilirler; fakat ben siyasetteki benzer halin bizzat toplumdan kaynaklandığını, çarpık ahlak anlayışımızın yarattığı bir mesele olduğunu düşünüyorum.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir