AKIL, VİCDAN VE KÜLLİYEN DEPRESYON.

Çevremdeki pek çok kişi bir çeşit buhran içerisinde. Moralleri bozuk. İşlerini severek yapmıyorlar; hatta bir kısmının işe bile gidesi gelmiyor. Bir bezmişlik, bir yılmışlık… “Nasıl oluyor da tanıdığım pek çok insan aynı dönem içerisinde bu benzer duygudurumuna sahip oluyorlar” diye düşündüm ve sanırım yanıtı buldum.

Yüksek lisansımda iş tatmini çalıştım. İş tatmini organizasyonel davranışın önemli öğelerinden biridir. Herzberg’e göre iş tatminini etkileyen faktörler ikiye ayrılırlar: Koruyucu faktörler ve Güdüleyici faktörler. Sözgelimi maaş aslında koruyucu bir faktördür. Sizin işinizi sevmenize, işinizi daha iyi yapmanıza neden olmaz. İşten ayrılmanızı engeller sadece. Güdüleyici faktörler başkadır ve bu faktörlerin başında “Terfi olanakları” veya “takdir edilmek” gibi faktörler gelir.

Görünen o ki, Yeni Türkiye’nin kuralları güdüleyici faktörlerimizi yerle bir etmiş. İnsanlar Türkiye’de çalışarak, çabalayarak, ortaya başarılı işler koyarak, hak ederek, tırnaklarıyla kazıyarak bir yerlere gelebileceklerini, kendilerini ortaya koyabileceklerini, başarıyı elde edeceklerini düşünmüyorlar. Aksine, kendilerinden daha başarısız, daha “ehil olmayan” kimseler, sahip oldukları çeşitli bağlantılar ya da ait oldukları sevimli(!) sendikal örgütler nedeniyle çeşitli konumlara sahip olduklarını görüyorlar. Sadece iş yaşamında değil, sosyal yaşamda, politik hayatta, adalet karşısındaki eşitlik alanında, kamusal alanda, “bir şeyleri doğru yapmanın yetmediği” ya da mâlum avantajlara sahipseniz “doğru yapmanın gerekmediği” her daim görülüyor, deneyimleniyor.

Böyle bir ortamda, aklı ve vicdanı olan bir insanın yüksek verimle çalışması, motivasyona sahip olması ve kendini üretmesi mümkün değildir. Dolayısıyla başta kamu çalışanlarında olmak üzere (ki bence öğretmenler büyük bir kesimini oluşturuyor bu grubun), memleketin ortalama iş tatmini yerlerde sürünmektedir.

İş tatmini, yaşam tatmininin önemli bir parçası olduğuna göre, azıcık akla ve vicdana sahip herkesin külliyen depresif olması, “liyakat” ya da “hak” kavramlarının içlerinin bolaştılması, dönüşüme uğratılmasından ileri geliyor diyebiliriz.

Her neyse… Herkes için en iyisi, en güzeli neyse o olsun…


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir