Geçtiğimiz yıl yolum Bulgaristan’a düştü. Asen otogarındaydım ve Sofya’ya gitmeye çalışıyordum. Önümdeki otobüsün tabelasındaki kiril alfabesinden okuyabildiğim kadarıyla, otobüs Sofya’ya gidiyordu. Orta yaşlarda birine “Sofya’ya mı gider?” diye sordum. “Hayır” anlamında kafasını salladı. Yabancılığın verdiği hisle yanlışlık payını kendime çıkardım ve emin olmak için az ileride başka birine sordum. Hoppalaaaa! O da bana az önce önünde durduğum otobüsü gösterdi. Yine otobüsün yanına gelip, sırf emin olmak adına bir başkasına sordum. O da İngilizce bilmediğinden sadece “Hayır” anlamında kafasını salladı. Türkçe bilen bir Bulgar Türkü buladan dek epey bir kafam karışacaktı. Sonradan anlayacaktım ki, bizim “hayır” anlamında yaptığımız kafa hareketi balkanlarda “Evet” anlamına geliyor. Yani soruyu sorduğum herkes aynı şeyi söylemişti, sadece mimiklerde anlaşamamıştık.
Bugünlerde herkes demokrasiden bahsediyor. Başbakan “demokrasi sandıktır” diyor. Cumhurbaşkanı “demokrasi sandık değildir” diyor. Alandakiler “demokratik hakları” için alandalar. AKP yönetimi “tepki vereceksen bunu demokratik şekilde var, sandığa gel” diyor. Bu tartışmaları izlerken gözümün önüne Aziz Nesin’in sinemaya da aktarılan efsane eseri Zübük’ten bir sahne geliyor: “Demokrasi ne demek sayın hemşerilerim? Demokrasi öyle bir şeydir ki, tadından yenmez”
Demokrasi bir doğa yasası değildir, o yüzden “demokrasi nedir?” sorusuna yanıt ararken onu tanımlayanların, şekillendirenlerin, icat edenlerin ne yazdıklarına bakmak gerek. İcat edenler şöyle söylüyor:
Demokrasi, başka bir deyişle ve ideal haliyle poliarşi sadece sandığa gidip oy vermekle vücut bulan bir yönetim biçimi değildir. Demokrasi çeşitli unsurlardan oluşur. En gereklileri şunlardır:
– Adil Seçim: Her partinin eşit propoganda hakkı olması, güçlerinin kendi üyelerine ve imkanlarına dayanması.
– Tarafsız Basın: Başka bir deyişle cesur gazeteciler.
– Baskı Grupları: STK’lar, lobiler vb. Aslında faiz lobisi bile demokrasinin bir unsurudur.
– Kuvvetler Ayrılığı: Yani yürütmenin, yasamanın ve yargının ayrı kuvvetler olup birbirlerini denetleyebilmeleri.
Tabiri caizse; demokrasinin yukarıda saydığımız asli unsurlarını tesis etmeden “Sandıkta görüşürüz” demek, hakemin satın alındığı, bir tarafın taraftarının bağırmasının yasaklandığı, kuralların her iki takım için farklı işlediği bir müsabakada, “madem iyi oynuyorsunuz, rövanşta siz kazanın” demeye benzer ve bu da gerçekçi değildir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Demokrasi sadece sandık değildir” derken yüksek ihtimalle bu açıkladıklarımızı ifade etmeye çalışmıştır. Zira demokrasinin seçim aracı söz konusu olup diğer araçları söz konusu olmadığında buna “seçim ile meşruiyetini yeniden sağlayan otokrasi” denir. Yoksa yönetimin meşruiyeti tanınmak istenmeyen Suriye’de de seçimler oluyor.
Tabii şu da var: Demokrasi bir idealleştirmedir.
Her şeyden önce baraj sistemi diye bir şey varsa, herkes barajı geçemeyeceği düşüncesiyle, oyunun da boşa gitmemesi için gerçekten kendini temsil eden partiye oy vermeyebilir. Bu gibi etkiler “insentif” (teşvik) diye adlandırılır ve halk iradesinin seçim sonuçlarına birebir yansımasına engeldir.
Nitekim Türkiye’de baraj sistemi yüzünden oyların hatırı sayılır bir çoğunluğu sistem dışında kalıyor, TBMM’de milletvekiline dönüşemiyor, ağırlığına göre meclise girebilen partilere dağıtılıyor. Bu bakımdan %50 oranı zaten doğru bir oran değil. Doğru dahi olsa demokrasi hakkında bir yanlış anlama daha söz konusu: İsviçre gibi ideal sistemlerde dahi temsili demokrasi çelişkilidir ve temsil krizi yaratır. Bir ülkenin %99 oyunu da alsanız, attığınız her adımın %99 tarafından desteklendiği anlamına gelmez. Bu mantıkî olarak mümkün değildir.
Zira demokrasinin yukarıda bahisini ettiğimiz diğer unsurları ideal demokrasiye biraz daha yaklaşabilmek için vardır: %99 oy da alsanız, attığınız adımlar hakkında baskı grupları karşı çıkabilir ya da onların da görüşünüz alırsınız, yanlış adımları ya da kötü niyetleri tarafsız basın ifşa eder, yapılanlar hukuka aykırılık teşkil ediyorsa kuvvetler ayrılığı sayesinde hukuka takılır. Günü gelip adil seçimler gerçekleştirildiğinde de bu attığınız adımlar neticesinde ibra edilir, yani aklanırsınız.
Şu halde Gezi Eylemleri’ni verdiğiniz bilgiler ışığında incelersek:
– Protestocuların bağımsız birer baskı grubu oldukları,
– Açıkça taraf tutan basını tarafsız hale gelmeye zorladıkları ve Twitter’ı da toplumsal işlevini kaybeden medyayı ikame etmekte kullandıkları
– Hukuka aykırı olan bir yıkımı engelledikleri,
Dolayısıyla DEMOKRASİ’yi tesis etmede pay sahibi oldukları sonucuna ulaşırız.
Ama dikkat!
Gezi parkı eylemcilerinin homojen bir kitle olduğunu da söylemek mümkün değil. İçlerinde kötü niyetliler olabilir, hatta vardır da. Ölçüyü kaçırarak çevreye, kamu malına zarar vermek yukarıda sayabileceklerimizin içerisinde olan ve hoşgörülen eylemler değildirler. Yine de sapla samanı birbirine karıştırmamak, meydanı doğru okumak gerek. Meydanları doğru okuyabilmek için içlerindeki kötü örneklere de takılmamalı, zaten provokasyonları ortaya çıkarıp provokatörlere meydan bırakan da meydandaki masum, demokratik taleplerde bulunan halkı dikkate almama davranışıdır. Rahatlıkla söyleyebilirim ki kitlenin çoğunluğu herhangi bir örgütün üyesi değildirler.
Tek talepleri demokrasinin her unsuruyla yeniden tesis edilmesi.
Bir yanıt yazın