ANALOG BİR DÜNYA: STEAMPUNK

İletişim, elektronik ve bilgisayar teknolojisindeki ilerlemeler dijital dünyayı hayatımızın her alanına soktu. Peki ya sokmasaydı?

(Bu yazı Açık Bilim Dergisi’nin 2012 yılı Ekim sayısı‘nda yayınlanmıştır.)

Bu yazıyı okuduğunuz bilgisayarı düşünün. Bir ucu prize bağlı ve elektrik geliyor. İçerisinde milyarlarca transistör barındıran bir işlemci, karşınızda çağımızın büyük icatlarından LCD bir ekran. Muhtemelen bilgisayarınız içerisindeki tek hareketli parça işlemciyi soğutmak için dönen fan. Tabi bir de farenizin düğmeleri ve klavye var, ki dokunmatik bir ekranda çalışıyorsanız ya da elinizde tuttuğunuz cihaz bir tablet ise bu hareketli parçalar da yok.

Haydi şimdi buhar çağı teknolojisinin dijital çağa uğramadan ilerlediğini canlandırın kafanızda. Yani elektriği bu kadar küçük voltajlarda iletmediğimiz, dijital aletlere sahip olmadığımız ve bir elektronik kart ya da devre oluşturamadığımız bir dünya… İşte o dünya bir Steampunk dünyasıdır.

Steampunk, tıpkı daha önce incelediğimiz siberpunk gibi, bilimkurgunun geç türlerinden birisi.

1980’lerde ortaya çıkan ve 1990’larda gelişen Steampunk, genel olarak buhar makinasi devrini konu alır. Giyim, kuşam ve hatta kimi adetler Britanya’daki Kraliçe Victoria Dönemi’nden (1837-1901) beslenir, ancak tabi ki biraz daha kurgulanmış ya da modernize edilmiştir.

Victoria Dönemi

Büyük Britanya’da 63 yıl 7 ay hüküm süren (1837-1901) Kraliçe Victoria. (Fotoğraf: Alexander Bassano, Kaynak: Wikimedia Commons.)

Steampunk türünde, kasıtlı bir anakronizm(1), yani tarihleme hatası vardır. Alternatif bir endüstriyel çağı ifade eder ve Victoria dönemi İngiltere’sinin keskin izlerini taşır.

Genel olarak bakıldığında 19. Yüzyıl bilimkurgu yazarları Jules Verne, H.G. Wells ve Mary Shelly’nin tarzları görülür -zira bu yazarlar o tarihlerde bilimi kurgularken bilgisayar teknolojisini düşünemediklerinden hayallerinin sınırlarını analog cihazlarla çizmişlerdi-.

Ancak özellikle Victoria döneminin seçilmesinin bir sebebi vardır:

63 yıl 7 aylık hükümranlığı ile tarihte tahtta en uzun kalan kadın mutlak hükümdar ve Britanya tarihinde en uzun tahtta kalmış olan hükümdar ünvanlarını birlikte taşıyan Kraliçe Victoria, İngilizler ve Britanya tarihi için bir semboldür. Yaşadığı döneme “Victoria Dönemi (İng: Victorian Era)” adı verilir.

Victoria dönemi mühendislikle ilgili ve teknolojik açıdan pek çok yeniliğe sahne olmuştur. Şehir içindeki su kanalları ve ilk olarak Londra’da inşa edilen şehir su şebekesi Avrupa’da hijyen ve suya ulaşma kolaylığı açısından devrim yaratmıştır. Ancak şüphesiz en büyük icatlar ilk transatlantik buharlı gemiler ve ülkeye örülen demiryollarıdır. Bu dönemde buharlı motoru mükemmelleştiren İskoç mühendisler sayesinde İngiltere buharlı gemiler cenneti haline gelirken, yine buhar gücü sayesinde hareket eden trenler döşenen demiryolları ile Victoria döneminde insan ve yük taşımaya başlamıştır(2). Ülkedeki ulaşım olanaklarının artması posta sistemini de geliştirmiştir. (Belki de bu yüzden posta taşıma işlemine bir fiyat standardı getirmek üzere tarihteki ilk posta pulu Victoria döneminde Britanya’da çıkmıştır.)

SS Great Britain (SS Büyük Britanya), Atlantiği geçmesi için tasarlanan SS Great Western’den sonra inşa edilen diğer büyük İngiliz buharlı gemisi. Bu fotoğraf yine Victoria döneminde fotoğrafçılıkta çığır açan William Fox Talbot tarafından çekilmiştir. Kendisinin bir gemi fotoğrafı çeken ilk fotoğrafçı olduğu düşünülmektedir. (Kaynak: Wikipedia)

Victoria dönemi İngiltere’de fotoğrafçılığın doğuşuna sahne olurken fotoğrafçılar için üretilen selüloid filmlerin hareketi kaydetme imkanının da olabileceğini düşünen İngiliz fotoğrafçı Eadweard Muybridge 1878’de bir atın dörtnala koşuşunu 24 ayrı fotoğraf makinası ile çekerek ilk sinema filmini çekmiştir (Tarihteki bu ilk sinema filmini buraya tıklayarak görebilirsiniz.)

Londra’da ilk su şebekesini inşa ettiren Victoria hayalindeki model kasaba olan Saltaire‘i inşa ettirmiş, pek çok yenilik pilot olarak burada uygulandıktan sonra tüm İngiltere’ye yayılmıştır. Şehre inşa edilen gaz şebekesi aracılığıyla sokakların gaz lambası ile aydınlatılması yine bir Victoria eseriyken elektrik ampulü de icat edildikten kısa süre sonra 1882’de Londra sokaklarındaki yerini almıştır. Charles Darwin‘in evrim teorisini ilk olarak ortaya attığı “Türlerin Kökeni” adlı meşhur eserini yine Victoria Dönemi İngiltere’sinde yazdığını ayrıca belirtmek gerek.

Sokakların gaz lambası ile aydınlatıldığı Victoria dönemi Londra’sına pek çok filmde rastlamışızdır. (Kaynak: http://thevictorianist.blogspot.com)

Westminster Projesi

1860 yılında Kraliçe Victoria; Başbakan, Bakanlar Kurulu, İmpartorluk’un önde gelen bürokratlarını ve İngiliz bilim adamlarını bir araya toplar ve onlardan sesini ve mümkünse görüntüsünü ülkenin her yerine aktarabileceği bir teknoloji geliştirmesini ister. Bunun nasıl yapılacağı konusunda elbette en ufak bir fikri yoktur ama nasıl yapılamayacağını bilir: Borular, teller vs. ile olmayacak.

Bir milyon pound ayrılan -ve gerekirse daha da sağlanacağı söylenen- bu projede istenen aslında bugün radyo ve TV olarak andığımız teknolojilerdir, ancak henüz radyo dalgası bile keşfedilmemiştir. Hatta ve hatta James Clerk Maxwell henüz elektrik ve manyetizma arasındaki ilişkiyi ortaya koymamıştır. Henüz iletişim yolu olarak ancak telgrafın kullanıldığı bu çağda elbette bu proje başarısızlığa uğramıştır (3).

Fakat ya olsa idi? O zaman teknolojinin evrimi nasıl gerçekleşecekti?

Steampunk için de kısa bir tarihçe

Teknoloji büyük ölçüde birikimli ilerler. Bugün evren hakkında yeni bir şey keşfettiğimizde onu uygulamaya sokmak, yani başka bir deyişle temel bilim alanlarındaki gelişmelerin teknoloji olarak hayata girebilmesi için malzeme, imalat, elektronik gibi alanlarda tamamlayıcı ve destekleyici buluşlar olmak zorundadır.

Örneğin bugün Higgs Bozonu’nun varlığını görmeye çalışan bilim adamları onun teknolojideki uygulama sahasının ne olacağını henüz kestiremiyorlar. Ancak destekleyici buluşlar gerçekleştikçe belki de kütlesizliği sağlayarak uçan arabalara giden yolu açabileceğiz. Bernouilli’nin 1700’lerde akışkanların davranışlarına dair buluşlarından bugünkü uçakların icadına giden yolun haberleşme, seyrüsefer, motor ve malzeme teknolojilerindeki gelişmeleri de barındırması iyi bir örnektir.

İşte Steampunk’taki kasıtlı anakronizm, alternatif bir tarih yaratma çabasıdır. Steampunk bir anlamda “Westminster projesi başarılı olsa idi teknoloji nasıl görünürdü?” sorusuna kurgu yazarlarının bir yanıtıdır.

Steampunk kavramının adı 80’lerde meşhur olan Siberpunk türünün adından devşirilmeden önceki yapıtlara bakıldığında Steampunk eserlerin 1960’larda yazılmaya başladığı söylenebilir. Örneğin 1999 yılında sinema filmi olarak karşımıza çıkan Wild Wild West, CBS televizyonunda 1965 ve 1969 yılları arasında dizi olarak yayınlanmıştır. (Ama Steampunk türü sinemada 1985 yapımı Brazil filmiyle oturur…) (5)

Amerikalı Bilimkurgu ve Korku yazarı Kevin Wayne Jeter, ABD’de yayınlanan Locus bilimkurgu dergisine 1987 yılında bir mektup yazarak Tim Powers (Anubis Kapıları – The Anubis Gates, 1983), James Blaylock (Homunculus, 1986) ve kendisinin (Morlock Gecesi –Morlock Night, 1979 ve Şeytani Cihazlar – Infernal Devices, 1987) yazdığı romanların Victorian dönemi yansıtan ortak özellikleri olduğunu belirtmiş ve siberpunk kavramından türeterek bu romanları steampunk olarak nitelendirmiştir (4).

Bu eserler, yazarları bilinçli mi yazmışlardır bilemem ama, Victoria dönemindeki Westminster Projesi’nin başarıyla uğramış halini yansıtıyor gibidirler. Halbuki Morlock Gecesi’nden daha önce de Victorian dönemi yansıtan, nükleer enerjili trenler, kömür itkili uçanbotlarla dolu bir İngiliz İmparatorluğu tanımlayan kitaplar olsa da (Jules Verne’in kitaplarının farklı olduğunu söyleyebilir miyiz?) Jeter’in bahsettiği dört kitap bu eserlerden pek çok açıdan farklıdır.

Nihayet Steampunk’ın terim olarak bir kitap adında yer alması 1995’i bulmuştur ve Paul Di Filippo 1995 yılında üç kısa romandan oluşan Steampunk Üçlemesi’ni yayınlamıştır. Belki çok fazla anglosakson kültürünü yansıttığından Steampunk ülkemizde çok popüler olmasa da o günden bu yana pek çok steampunk yazın eseri kaleme alınmış ve sinema filmi çıkmıştır.

İşte böyle bir şey…

Tarihçe, tarihleme ve edebi analiz edebiyatçılara kalsın. Biraz gözümüzde canlandırmaya çalışalım… Westminster projesi başarılı olsa, Victoria bir yirmi yıl daha yaşasa, bilim ve teknik ilerlemeler o dönemin altyapısı üzerinde gelişerek, ürünlere yönelik estetik algımız sabit kalsa ne olurdu?

Birkaç örneğe göz atalım:

Bir bilgisayar klavyesi

Bilgisayar Klavyesi

Resimdeki klavye Steampunk Workshop adlı web sitesinden. Bu sitede Steampunk severlerden birisi, Jake von Slatt bu klavyeyi nasıl yaptığını adım adım anlatmış. Elbette bu klavye sadece dekoratif amaçlı modifiye edilmiş. Yoksa buradan da görüldüğü gibi içerisindeki tüm tesisat ve tehçizat bildiğimiz klavyeye ait.

Bu yazıyı yazarken aklıma ilk gelen cihaz bilgisayar klavyesi oldu. Şüphesiz bunda şu an bu yazıyı bir klavye aracılığıyla yazıyor olmamın etkisi varsa da Animatrix animasyon serisinde “Bir Dedektif Hikayesi” adlı Steampunk öğeleri içeren kısa animasyonda klavyeyi görür görmez “Steampunk” diye sıçrayışımın etkisi vardır. Hatta ve hatta gördüğüm ilk Steampunk eser bu eserdir. İzlediğim şeyin oldukça güzel bir fikir olduğunu düşünmüştüm ancak böyle bir kavramın varlığını ve bunun bir tür haline geldiğini çok daha sonra öğrendim.

Telif hakları sebebiyle ilgili animasyona bir bağlantı vermiyorum ama biraz google ile benden duymamış gibi bu parçayı bulup izleyebilirsiniz. (“Animatrix, A Detective Story” – Yine benden duymayın ama Türkçe altyazılısı da var…)

USB bellek

Mekanik olarak işleyen USB bellek


Herhangi bir filmde kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorum ama internette gezinirken rastladığım çok güzel örneklerden birisi de yukarıda görünen USB bellek. İçlerinde küçük bir termik santral barındıran robot nitelemeleri düşünüldüğünde bir Steampunk içerisinde bir USB bellek de böyle olmalıydı herhalde. Bu resimde görünen cihaz dekoratif amaçlı yapılmış olsa da insanın bir tane edinesi geliyor.

Robotlar

Steampunk bilimkurgu eserlerinde de robotlara rastlamak mümkündür ancak bu robotlar verimli bir enerji kaynağına sahip, fütüristik görünümlü değillerdir. Hatta pek çoğu hurdacıdan alınmış parçaların birleşimini bile andırabilir(6).

G. D. Falksen’in robot kolu konsepti.

Steampunk’ta robotların enerji ihtiyacı içlerindeki küçük bir termik santralden karşılanabilir. Bu termik santralden elde edilen elektrik, ya da doğrudan doğruya buhar gücü robotun ya da yetenekli bir makinanın enerji kaynağıdır.

Eeee… Robot olur da robot kolu olmaz mı? Siberpunk eserlerde olduğu gibi, insanlar da çağın imkanlarını kullanarak eksik organlarının yerine yapayını kullanmak isteyebilirler.

Steampunk kurgu yazarı Geoffrey D. Falksen’in yanda gördüğünüz pozunda sanatçı Thomas Willeford tarafından üretilmiş olan robot kolunu takıyor.

Ayrıca kıyafeti ve saç modeli de tahmin edileceği üzere Victoria dönemine ait.

Uçaklar ve diğer makinalar

Elektronik olmadığından tüm güç ve hareket aktarımlarının fazlasıyla dişli kullanılarak yapılması gerektiği az çok tahmin edilebilir. Bu yüzden Steampunk dendiğinde akla buharla birlikte gelen diğer kavram çark / dişli kavramıdır.

Steampunk’ta uçaklar biraz daha zeplinvaridir ve anakronizmden nasibini aldıkları için oldukça farklı görünürler. Aşağıda yer alan Steampuk animasyon buharlı bir gemi, zeplin ve uçağı bir bünyede birleştirmiş hava aracını göstermesi açısından çok başarılı bence:

EYE OF THE STORM | Lovett from Lovett on Vimeo.

Bir İngiliz yapımı TV dizisi olan Doctor Who’yu izleyenler onun uzayda ve zamanda bir polis telefon kulübesi aracılığıyla gezdiğini bilirler. Bu polis telefonu kulübesinin Graham Bell’in telefon şirketini kurmasını mütakip, ilk olarak 1877’de New York’ta kullanılması ve Britanya’ya ise 1891’de Glasgow’dan giriş yapması izleyici de Steampunk’a dair bir şeyler uyandırıyor. Yapımcıların böyle bir şeyi açıkladığına rastlamasam da Doctor Who’nun çok da kompeks görünmeyen uzay ve zaman aracının kabiliyetleriyle pek de örtüşmeyen mekanik görüntüsü bu bilgiyle birleşince manidar hale geliyor.

Ya elektrik olmasaydı?

Ve aslında söylemek istediklerimizi bir çırpıda anlatan başarılı bir videoya da aşağıda yer veriyoruz:

[youtube http://www.youtube.com/watch?v=aH6ZLT1UnVs&w=480&h=360]

DİPNOTLAR/KAYNAKLAR:

(1) Anakronizm: Anakronizm özellikle bir sanat eserinde anlatılan herhangi bir olay ya da varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi (dönem) ile kronolojik açıdan uyumsuz olmasıdır. Tarih çalışma sahasında yapılan sık hatalardan birisidir. (Osmanlı döneminde demokrasi arayışları ya da 6. yüzyıldaki bir olay tarif edilirken kol saatinden bahsedilmesi gibi.)

(2) Bugün İngiltere Başbakanı’nın Victoria dönemini kastederek “Ne ördün?” diye sorduğu rivayet edilmektedir (!).

(3) Westminster projesi hakkındaki bilgiler Carl Sagan’ın “Karanlık Bir Dünya’da Bilimin Mum Işığı” adlı kitabından aktarılmıştır.

(4) Siberpunk kavramına adını veren anlayış, “sibernetik teknolojilerin” yaşam kalitesini düşürebileceği fikri dolayısıyla ona bir başkaldırıştır (punk). Steampunk’ta bir karşıduruş söz konusu değildir. Siberpunk alt türünün popülerleşmesinin bir etkisi olarak bir alternatif tarih senaryosu olan Victoria Dönemi Bilimkurgu’ları için Siberpunk ismi devrişilmiş ve Steampunk denmiştir.

(5) Wikipedia, “Steampunk” maddesi.

(6) Aşağıda bir resmi de görünen Machinarium adlı oyun Steampunk çizgileri taşıyan bir Dünya’da yine Steampunk romanlarından fırlamış bir robot uygarlığında sevgilisini kurtarmayı amaçlayan bir robotun macerasını konu alıyor. (Oyunun demosuna buradan ulaşılabilir.)

Resimde de görüldüğü üzere robotlarımız sevimli olsalar da pek şık değiller ve alışılagelmiş bilimkurgu eserlerindeki robotları andırmıyorlar. (Haksızlık etmeyelim, Star Wars’taki 3PO nispeten benzer ve dökme demir gibidir…)

Yararlanılan Diğer Kaynaklar:

– The Victorianist Blog, http://thevictorianist.blogspot.com
Steampunk.com
Steampunkworkshop.com


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir