Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün (SHGM) vizyoner davranarak 2009 yılında başlattığı “Yeşil Havaalanı” ve akabinde “Yeşil Kuruluş” projeleri bir çok alanda amaca ulaştı ve şirketler başta atık yönetimi olmak üzere pek çok alanda çevreyi ve geleceği koruyan önlemler alarak gezegenimize katkıda bulundular.
Havaalanları’nda çevre yönetimi bu işin ilk ayağını oluşturduğundan oradan başlayan ve havaalanı işleticileri ağırlıklı ilerleyen projenin yer ve yolcu hizmetleri veren kuruluşları ve havayollarını da kapsaması sevindirici. 2012 yılı içerisinde Antalya havalimanında Sunexpress, Havaş ve TGS yeşil kuruluş ünvanlarını alırken, Sabiha Gökçen’de işletici firma olan ISG ve Dalaman’da da yine HAVAŞ’ın “Yeşil Kuruluş” ünvanını almasıyla bu ünvanı alan firma sayısı 16’ye yükselmiş oldu.
Ancak…
Arzulanan ve uygulanan “Atık Yönetimi” konusu kontrol edilebilir atıklar açısından büyük önem taşısa da, apron içinde yoğun olarak araç kullanan bu firmaların bir de kontrol edemediği atıklar var: Egsoz. Fosil yakıtlarla çalışan standart araçlar kullanan bu araçlar şirketin tamamının üreteceği zararlı ve kontrol edilebilir atıktan daha fazlasını üretiyor olabilir. Çaresi ise hibrit ya da tamamen elektrikli araçlar…
Küçük bir fizibilite çalışması gösterecektir ki elektrikli araçlar ilk yatırım maliyetleri yüksek olsa da, şirketin büyüklüğü ve araç kullanım miktarlarına göre, uzun vadede oldukça akıllıca bir yatırım olabilir. Bana kalırsa elektrikli araçlar yolcu ve yer hizmetleri veren kuruluşların apron içi kullanımlarına yönelik en ideal çözümdür. Çünkü:
– Elektrik motorlarının içerisinde bir elin parmakları kadar hareketli parça varken benzinli bir motorda yüzlerce, ve hatta düşük maliyetli olduğu için kullanılan bir dizel motorunda çok daha fazla hareketli parça bulunmaktadır ve içten yanmalı bu motorların bakım maliyetleri elektrikli motora göre kat kat fazladır.
– Apron içerisinde 25 km/sa hızdan daha fazla hız yapmak yasaktır. İstenen azami hızın düşük olması daha düşük maliyetli elektrikli araçlar, daha uzun süreli batarya kullanımı demektir.
– Elektrikli araçların en pahalı ünitesi bataryalardır. Dışarıda görev yapmayan bu araçların araç başına ortalama km’leri düşüktür. Bataryalar her şarj edildiğinde ömürleri biraz daha kısalmaktadır. Ancak daha uzun periyotlarda batarya şarjı demek, sıradan bir şirkete göre daha düşük batarya yenileme maliyeti demektir.
– Apron içerisinde fosil yakıt muhafaza etmenin maliyeti, prizden alınabilecek bir elektiğin stok maliyetine göre daha yüksektir.
– Bu durum aynı zamanda yedek parça stok maliyetini de oldukça fazla düşürmektedir.
– ABD standartlarına göre bir hesap yapıldığında içten yanmalı motorlu standart bir aracın km. başına maliyeti, elektrikli aracın km. başına maliyetinin 40 katıdır. Türkiye’de yakıtın daha pahalı olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa tasarruf miktarı daha da yükselecektir.
Elektrik motorunun daha gürültüsüz, daha temiz olduğu ve pek çok gizli maliyeti ortadan kaldırdığı gibi gerçekleri saymıyorum.
Petroldeki ithalat oranı ile elektrikteki ithalat oranı karşılaştırıldığında ortaya çıkan tablodan elektrikli araç kullanmanın ülke ekonomimize olan katkıları ise önemli bir getiridir ki, petrole olan bağımlılıktan kurtulmanın başlıca yollarından birisinin içten yanmalı motorlu araçların kullanım sıklığındaki azalma olduğunu hatırlatmama da gerek yok.
Dünya’da pek çok havaalanı tamamen elektrikli araçlara geçti, geçmekle de kalmadı, havaalanları içerisinde oluşturdukları güneş parkları ile, elektrikli araçların elektrik teminlerini güneş enerjisi ile gerçekleştirmeye başladı.
Şu halde öncelikle şirketlere naçizane tavsiyemiz, yukarıdaki özellikleri de dikkate alarak bir yatırım planı oluşturarak, elektrikli araçlara geçişin kendileri için yarattığı maliyeti sözkonusu tasarruflar ile ne kadar sürede bertaraf edeceklerini de hesaplayarak mantıklı olması halinde vakit kaybetmeden bu planı gerçekleştirmeleridir.
Daha sonra da havaalanları yönetimine, elektrikli araçların kullanımına teşvik edecek ve Dünya’daki diğer muadillerinin gerçekleştirdiği gibi gerektiğinde güneş ya da rüzgar parkları açarak araç şarjlarını daha temiz enerjiyle gerçekleştirecek tesislerin temellerini atmalarıdır.
Öte taraftan, SHGM’nin yeşil kuruluşlara bazı harçlarda indirim teşviki yaptığı gibi, gerekli bakanlıkların elektrikli araçlarla ilgili ÖTV ve MTV düzenlemelerinde fosil yakıtlı araçlara göre belirgin bir rekabet avantajı yaratmaları gerekmektedir.
İyi haftalar.
Bir yanıt yazın