Tamam. O gezegendesin. Anladık. O yıldızında yarattığın küçük salınımdan anladık.
Sen de bu taraflarda bir yerlerde arıyorsun; senin de krallıklarının kalıntıları var. Beri yanı dökülmüş, kırılmış, yeni kral eskisinden kalanlara bakmıyor. Senin denizin gibisi var mı, senin toprağın gibisi? Bir merak var sende de almış başını gitmiş. Bizim uzay dediğimize başka bir şey diyorsunuz; muhtemel; ama yalnızlığın tıpkı bizimkisi gibi. Senin de çenenin altına koyacağın ellerin, seninde ellerinle tuttuğun çenenin üzerinde meraklı bir düş. Bir düş, anca senin dünyanı içeriyor, düşlerimin benimkileri içerdikleri gibi. Düşünde göremediklerine ayıkken zorlamayla koşuyorsun ve “gerçekten kopmak ne de zor” değil mi?
Anladık. O geçişlerinde gördüğümüz kara kum. O kara kum sizdeki rüzgarla uçar; bizim rüzgar hiç kaldırmaz zaten. Seninki farklı, benimki farklı. Bizimki farklı ve sizinki farklı. O gördüğün dağlar da ne kadar değişiyormuş meğer, yerin dibiyle birlikte? Şu sendeki iki güneşten ne ayarlar doğuyormuş, bizde bir iki su yükselirken.
Pencerelerin var, pencerelerimiz gibi. Saksıda yetiştirdiğiniz bizde yok. Belki konuşur sizinki, bizimkiler dilsiz; ama konuştuğundan olsa gerek bir şey anlatmaz, bizdekiler pek çok şey anlatırken. Bunları hiçbir şeyden anlamadık. Benim düşündüklerim, benim sana ve seninkilere atfettiklerim.
Buradan öyküler başka çıkar, biz öykünüzü gözleyerek bildik sanırız, ama sizden başka öyküler çıkar. Belki daha da kan dökersiniz, hala döküyorsunuzdur, belki sizde hiç duygu yoktur, belki hepiniz birer dişli, ya da hepiniz korkak, cani bir kralın düşünmeyen çiftçileri. Belki aşıp da gittiniz, size ait tüm kederleri. Buradan öyküler başka çıkar ve sizden başka öyküler çıkar. Siz de biz de tarih deriz adına, katipler ellerine alıp yazmaya başladığı anda.
Yalnızlığının ihtimalini düşündüm. Belki herkes öldü senden başka, belki var olmadılar, sen de bir garipsin, öyle yalnız başına. Ama olmalı değil mi anası, babası, olmadı hatırası herkesin. Herkes deyince sizde de herkesi mi söylerler? Buralar hep genelleme… Belki bir nesil senden var, hep aynı, hepsi birbirinin tıpkısı ve aynısı, hepsinin elleri çenelerinin altında ve gökyüzüne bakıyorlar kurtarılmayı bekler halde. Kurtarılmak dediğin belki sade bizde, siz çoktan sevdiniz üzerinde yaşadığınız her şeyi. Küçük kardeşleriniz ve sizden olmayanlar var, aralarınızda turlar atıp çemberler çiziyorlar, hepsi kendi alemlerinde.
Bir müziğiniz yoksa üzülürüm ben, hani üzülmem de “keşke olsaydı” der ve boyun bükerim. Ama bize ne? Biz yıldızınızdaki küçük salınımdan anladık sizleri. Her bir kaç günde bir geçiverdiniz, yıllar ne de kısa? Ne de çabuk geçiyor yıllar insanın yüzüne nakışlar işleye işleye ve her nakışın artığı bir tutam kır.
Kır derken yeşildir buralar -yeşildi eskiden daha da fazla, daha önce- ve dumanımızdan da tanırsınız aslında; özgürce dolaşan bir şeyler varsa sizden karanlık boşluklarda.
Tamam. Burada sıkışmışız. Anladık. Anladınız. O yıldızımızda yarattığımız küçük salınımlardan anladınız. Belki okudunuz bilemem, belki izlediniz hep, belki vapurlardan, simitlerden ve martılardan da haberiniz var.
Belki tüm savaşları canlı izlediniz, belki savaşlar sizi izledi, siz bizden ileridesiniz ve biz hepimiz, bu evrenin sakinleri aynı acılardan geçerek ilerliyoruz yeni acılara ve savaşlara doğru; yeni riyakarlıklar eskinin erdemlerine hep baskın geliyor ve belki onlar da evrenin değişmeyen sakinleri zaten ve biz sadece bizleri canlı zannediyoruz.
Belki senin yalnızlığın benim yalnızlığımdan haberdar. Arada hep ışık yılları…
Ve de seninkinin yalnızlığı benimkinin yalnızlığından haberdar; bir gezegen kadar…
(26-06-12)
Bir yanıt yazın