“Dünya’ya kardeş geldi” başlıklarıyla duyurulan Kepler-22b gezegeni tüm insanlık için yeni bir ümit.
1992 yılına kadar güneş sistemimizin dışındaki yıldızların da gezegenleri olabileceği düşünülüyordu ancak henüz hiç tespit edilmemişti. Önce 1992’de bir Pulsar çevresinde dönen gezegenler bulundu; 1995 yılında da bir yıldızın.
Bu tarihten önceki kitaplara bakarsanız, astronomların bu konuda ne kadar ümitli olduğunu ancak bu ümitlerini somut bulgularla gerçeğe dönüştüremedikleri için ne kadar üzgün ama geleceğe dair bir o kadar da heyecanlı olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Zira başka gezegenlerin bulunması, güneş sistemini ve dünyayı benzersiz olmaktan kurtaracak bir gelişme idi… Öyle de oldu.
Astronomi, insanı yersiz megalomanisinden kurtaracak belki de tek bilim. İnsan, astroloji adı altında, dünyadan milyon kilometreler uzaktaki gezegenlerin, milyarlarca ışık yılı uzaktaki yıldızların kaderlerini etkileyeceğine inanacak kadar megaloman. İnsan, güneşi çok özel bir yıldız, dünyayı ise çok özel bir gezegen ve dolayısıyla kendini çok özel bir yaratık sanıyor.
Dünya ile aynı koşullara sahip gezegen de nihayet bulunduğuna göre şimdi bu megalokaleler tek tek yıkılıyor!
Neden ümitliyiz?
Peki, Dünya’ya “benzemek”, ona kardeş olmak ne demek?
Protein yapılı canlılık, yani bizler, -insanlar, hayvanlar, bitkiler, bakteriler- proteinleri hem yapıtaşı olarak hem de yaşamsal faaliyetlerimizi sürdürmek için gerekli olan enzimler olarak kullanırız. Enzimler ancak belli bir sıcaklık aralığında çalışırlar. Buzdolabına koyduğumuz besinin bozulmaması ya da çürümemesi, soğuk sayesinde onun üzerindeki bakterilerin yaşamsal faaliyetlerinin durmasındandır. Sıcak bir yemek de eğer yeteri kadar sıcaksa bakterilerin saldırısına uğramaz; fakat bu defa da proteinin kendi yapısı değişir: Yumurtayı pişirdiğimizde olduğu gibi, proteinlerin yapıları –bir anahtar gibi onları bağlanması gereken yerlere bağlayan şifrelerin yeri, şekli ve konumu- değişecektir.
Bu yüzden yeni bulunan gezegenin ortalama 22 derece olan sıcaklığı çok önemli: Bu, bizim bildiğimiz anlamdaki karbon temelli ve protein yapılı canlılığın oluşabilmesi için şart. İlla ki oralarda “oluşmuş” bir canlı bulmamız gerekmez: Giderek yaşanamaz bir yer haline getirdiğimiz dünyadan göçüp gitmek gerektiğinde Kepler-22b bize kollarını açabilir ve bizim yeni evimiz olabilir.
Ancak burada hesaba katılmayan bazı parametreler var:
Birincisi, magnetosfer ve ozon tabakası. Yani dünyanın süzgeçleri. Bu süzgeçler olmasa idi sürekli olarak yıldızların radyasyonuna maruz kalırdık ve dünyada bir yaşam olabileceği düşüncesi geçerli olmazdı. Bu gezegenin bu süzgeçlere sahip olduğu henüz belli değil.
Zaten gezegen yüksek ihtimalle bir “gaz gezegeni”. Ayak basacak ve adım atacak bir yeri yok: Tıpkı Jüpiter, Satürn ve Neptün gibi. Daha düşük ihtimal ise, tamamı okyanuslardan oluşuyor. Eğer bizden başka canlılar arayacaksak ikinci durum çok daha elverişli.
Resim ve Uzaklık konularında gözden kaçanlar
Bu arada gezegen haberiyle birlikte verilen konsept çizimler gezegenin gerçek bir resmiymiş gibi, “temsili resim” uyarısı olmadan verildi. Oysa 600 ışıkyılı uzaklıktaki bu şirin kardeşi bu şekilde gözlemleyebilmemiz neredeyse imkansız. Bu da basınımızın özensizlik örneklerinden birisidir. Gezegen ile ilgili orijinal kaynakları taradığımızda resmin altında “Sanatçıların çizdiği konsept” yazsa da bu uyarı bizlerce pek kayda değer bulunmuyor galiba…
Bu arada mevcut teknolojimiz ile 600 ışıkyılı gibi bir mesafeyi katetmemizin imkansız olduğunu söylemekte de fayda var. Daha da enteresanını söyleyeyim:
Şu an bizim gördüğümüz şey, 600 yıllık. Yani biz gezegenin mevcut hali her ne ise, gördüğümüz şey onun 600 yıl önceki hali. Şimdi imkan olsa ve o gezegenin yanında bitiversek belki yerinde yeller estiğini görebiliriz. Eğer gezegen siz bu yazıyı okuduğunuz anda galaktik bir felakete uğrarsa bizim bunu fark etmemiz 600 yıl alacak.
Ne diyelim;
Çok heyecanlı. Merakla bekliyor ve izliyoruz efendim…
Bir yanıt yazın