Başka bir ülkede yaşayan kuzenimle birlikte geçtiğimiz günlerde Florya’da idik. Florya’da olmaktan, hemen üzerimizden geçen uçakların alçalışını bu kadar yakından görmekten son derece mutlu idi. Bana döndü ve: “Bir psikopat canı sıkılsa bu uçağı düşürmez mi?” diye sordu.
Düşündüm. Düşerdi. Merminin kritik bir noktaya isabet etmesi inişi emniyetsiz kılabilirdi.
“Öyle bir psikopat yoktur” diyecektim, diyemedim. Daha dün gazetelerde bir yaşındaki bir çocuğun tecavüze uğradığını, bir hafta önce İstanbul’da delinin birinin telsize karışıp yaklaşmadaki uçakları sağa sola çevirdiğini, muhtelif zamanlarda da, eylem yaparken gözaltına alınıp sadistçe hakaret ve işkencelere maruz kalanların olduğunu, trafikteki bir anlaşmazlık sebebiyle cinayet işlendiğini okuduk/duyduk.
Ona dedim ki: “Çok fazla değil, her on bin kişiden birisi psikopat olsa, bu ülkede 8000 adet var”. Bu cümleyi okuyan onlarca okur da “Ne 8000’i. Çık çık!” diyecektir. Ki haklı da olabilirler. Ben iyimser yaklaşmaya çalıştım.
Geçtimiğiz günlerde meydana gelen korsan telsiz vakası sivil havacılık emniyeti ile ilgili çok önemli bir gerçeği gözler önüne serdi: İnsanlara güvenilerek önlem geliştirilmeyen sahalar vandalizm ya da korsanlığa açık olarak yıllardır olduğu gibi duruyor.
İnsanların iyi olduğu, görevinin ciddiyetini iyi kavradığı, işini iyi bildiği vb. varsayımlar sebebiyle es geçtiğimiz bu sahalar, keşfedilemez ya da keşfedilebilir kaynaklı kazalara yol açma potansiyelini her zaman taşıyorlar.
Mesela eskiden arap emirliklerinden birinde, yer işletme firmalarından birisinde görev yapan birisi, görevinde olduğu günlerden birinde canı sıkıldığı ve merak ettiği için tereyağ paketlerinden birini APU’nun hava alığına fırlattığını söylemişti.
Anlatırken de çok keyif alıyordu: “Atıyorum böyle, “Pofff” diye bir ses çıkıyor…” Sonra meslektaşlarından birini çağırıp ona da göstermiş. Sonra o da denemiş. Üç adet deneme yapılmış. Daha sonra da yaptı mı sormak bile istemedim. APU’nun böyle bir vandallıkla bozulma ihtimali kaçtır bilemem, bu ihtimal gerçekleşirse de ne şanstır ki APU uçuş sırasında sürekli kullanılan ve dolayısıyla uçuş faaliyetini sekteye uğratacak bir donanım olmadığı için konu dikkatlerden kaçıyor. Ta ki bir gün uçağın uçuş esnasında kendi motorlarının elektrik sağlamaması sebebiyle çalıştırılması, teklemesi, kazaya sebebiyet vermesi ve ertesi gün “tereyağ uçak düşürdü” gibi bir manşetle karşılaşana kadar.
Bu yüzden emniyetin fazla ön planda olduğu konularda korsanlık, yoğun emek/kaynak gerektiren iş ve ürünlerde de vandallık dikkate alınmalı –ve bu paranoyaklık sınırı geçilmeden yapılmalı-.
Herkesin başına bir görevli dikemeyiz, ya da diksek bile bu görevlinin görevini iyi yaptığından emin olamayız. Kaldı ki korsan telsizci gibi, sistemin tamamen dışında olup denetim mekanizmasının da kapsama alanına girmeden sistemi manüpile edebilenler de olacaktır.
O halde yapılması gereken havacılığın her sahasında önemli bir düşünüş ve önlem alış sürecini başlatmaktır. Bilhassa yeni teknolojileri devreye sokmadan önce her şeyi enine boyuna tartışmak gerekiyor.
Mesela Uluslararası Havayolu Pilotları Federasyonu’nun (IFALPA – International Federation of Airline Pilots) 18-20 Ekim 2007 tarihleri arasında Pekin’de gerçekleştirdiği yıllık güvenlik komitesi toplantısında, tam otomasyon ya da yerden kontrol ile insansız hava araçlarının sivil havacılıkta yolcu taşımacılığında da kullanılabilip kullanılamayacağı da gündeme geldi, yazılımların korsanlar ya da teröristler tarafından karıştırılması ile büyük felaketler doğabileceği düşüncesiyle uygulanamaz bulundu. (Tabi bu kararın arkasından “pilotlar işini kaybetmemek için sistemi karalıyor” yorumları da yapıldı ancak bence bu yazının ana fikrinde yatan tavsiyemde de olduğu gibi bu bir öngörüdür ve iyidir.)
Kripto çözüm mü?
Mizahi bir tabir kullanacak olursak, elimizde bol miktarda psikopat var. Telsiz kanunu bu tip yüksek frekanslı telsizlerin sadece kullanımını izne bağlıyor. Kullanmadığınız müddetçe evinizde bulundurabiliyorsunuz. Bu da bu tip telsizlerin imalat ve ithatalatının ne şekilde kontrol edildiği sorusunu beraberinde getiriyor. Telsiz Kanunu alım, satım, imal ve ithal işlerini izne bağlayarak kaçak yayınların önüne geçmek adına bu önlemleri alıyor.
Telsiz kanunu 29. maddede “Her türlü verici, verici – alıcı ve 23 üncü maddenin (b) bendinde belirtilen telsiz alıcı cihazlarının ticaretini yapan kuruluş ve kişiler de, sattıkları cihazları hangi tarihte kime ve ne kadar sattıklarını Ulaştırma Bakanlığına takvim yılının üçer aylık dönemlerinde dörder nüsha halinde bildirmeye mecburdurlar.” diyor. Aynı şartlar imal ve ithal için de sözkonusu, ancak kurumlara kullanım ya da bulundurma izni verilen telsizlerin bireysel kullanımı olmayacağının kontrolü kurumların kendisine bırakılmış.
Bu kanunu kendi içinde değerlendirdiğimizde bir eksiklik değil, zira tehditin boyutları onunla yüzleşene dek tanımlanamıyor ve telsiz kanununda da tanımlanmış tek tehdit, bazı tip telsizlerin olası bir hava saldırısı sırasında düşman tarafından istihbari ya da seyrüsefer amaçla kullanılması. Başka bir tehdit tanımlanıp, alım, satım, imal ve ithal işleri bu kapsamda denetime tabi tutulsa bile radyo yapımı elektronikten temel düzeyde anlayan birisi için bile basit.
O halde telsiz kanunu sadece “cezalandırma” konusunda referans oluyor ve “kriptolu haberleşme” uygun bir çözüm olmaya aday olarak devreye giriyor.
Uçaklar ve yer istasyonları arasında, uçaklar arasında vb. haberleşmelerin kriptolu ya da kod ile yapılmasın sadece Türkiye’nin karar alabileceği bir husus olmadığından İstanbul’da gerçekleşen bu olayın uluslararası camiada değerlendirilmesi gerekiyor.
Tarayıcı Cihaz ve Eğitim
Birleşik Taşımacılık Sendikası’ndan Devrim Akmaz’ın açıklamaları da oldukça dikkat çekici.
Devrim Akmaz, Telsiz Genel Müdürlüğü’nün elinde bulunan bir tip tarayıcı ile bu tip yayın yapan kimselerin uydu yardımıyla da 8 metrelik bir hassasiyetle tespit edilebileceğini söylüyor.
Söz konusu tarama cihazının riskler belirlenerek ilgili kurumların kullanımına açılması önemli. Hatta bunun hayati bir hızda yapılabilecek şekilde bir sisteme oturtulması da önemli. Çok kötü niyetli bir korsanın iki uçağın rotasını değiştirerek onları çarpıştırması uçakların mevcut pozisyonuna bağlı olarak sadece bir dakika bile sürebilir.
Öte yandan konuyu anlar anlamaz “kadın sesini dinleyin sadece” şeklinde çözüm geliştiren kule personelini kutlamakla birlikte, bu konuda çok daha kesin bir çözüm geliştirememiş olmalarının –korsanlar arasında da kadın olabilirdi- kendilerinin suçu olmadığını düşündüğümü de ifade etmek istiyorum, çünkü hem kule personelinin, hem de pilotların tazeleme eğitimlerinde tekrar edilecek biçimde, “korsan telsiz yayınının uçakları yönlendirmesi halinde yapılacaklar” talimatına ve dolayısıyla belki donanımla da desteklenmiş standart bir çözüme sahip olması gerekiyor.
Bakalım önümüzdeki günlerde neler olacak ve bu konuda neler yapılacak…
İyi haftalar.
Bir yanıt yazın