Okurken.NET: İz Odası hakkında bir inceleme

Tevfik Uyar  “Bu kadar bilimsel makale ve deneme yanında, edebiyat beni hep kaşıdı” diyerek çıkmış bu yolculuğa. Bizim Kitap’lardan (1 Şubat 2011) çıkan bu ilk romanı, onun edebiyata dair yeteneğini bir yanda tutarken, diğer yanda bir bilim insanı olarak duyarlılığını da koruduğunu aslında okuyucuya aktarır gibi. Bu aktarımla da keskin bir kurgusallıktan öteye geçmeyi başarmış yazar. İşte tam da bu noktada, dikkatle örülmüş bir konunun içine dahil edilen ve tamamen gözleme dayalı hem duygu ve hem de fiziksel etkileşimler, okuyucu olarak nerede durursanız durun sizi etkilemeyi başarıyor.

İki kişinin sevdasından yola çıkıyor roman. O iki yüreğin birbirlerini yeniden bulma serüveni gibi olsa da, daha ilk satırlarda bambaşka bir merak uyandırmayı da başarıyor.

“Emel merhaba. Geldim ben.”

“Öyle mi? Ben de geldim. Nerdesin?”

“Anıtın önündeyim…”

“E göremiyorum seni?”(s.14)

Her şey bu göremeyişin arkasında gizli kalıyor. Romanın temellerinin yavaş yavaş inşa edildiğini fark etse de okuyucu, bunun kurgulanmış bir edebi eserden ziyade kendini de o bilinmeyenin içinde gezerken buluyor.

“Duş jeli değişmişti. Komşunu tabağı değişmişti. Hatta kızı değişmişti! Haa! Bir de otel değişmişti… Değişikliklerin yanı sıra Emel’le aynı yerde buluşamamışlardı. Olay yanlışlıktan öte bir şeydi herhalde. Ya deliriyordu, ki bu kötü ihtimal, ya da evren falan değiştirmişti, bu daha kötü ve saçma bir ihtimal…”(s.31)

Git gide merak uyandıran bu macera ara sıra korkunun da eşiğine getirmeyi ve romanın kahramanları yerine aksi hamleler yapmayı isteyecek bir sınıra da taşımayı başarıyor.

“Mert gözlerine inanamıyordu. Kapıdan içeriye bir kol uzanıyordu, ancak kapının önünde kolun sahibi yoktu. Kolun başladığı yerin arkasına bakmaya korktu… Kemik ve doku kesitlerini görmek istemiyordu. Gördüğü kola doğru uzandı ve hafifçe dokundu. Gerçekti. Mert Emel’in eline dokununca Emel büyük bir çığlık atarak elini geri çekti. Yerinde hiçlik kaldı.”(s.57)

Roman içinde daha ileriye gitmeyi ve hikayenin neresinde zirve yapıp, neresinde yataya geçeceğini, neresinde düğümlenip, neresinde çözüleceği sorusu, satırları kolayca akıp gitmesinin bir sebebi olarak duruyor karşısında okuyanın. Ama çok daha fazlasını sanki vermek istiyor yazar. Gerçekte neye inandığınız ya da kurgu içinde verilmek istenenin –açıkça sunulan konu- sizde düşündürdüklerinden başka bir gizem var gibi duruyor Uyar’ın kaleminde. Bu daha çok yazarın kendi yaratıcı düzlemdeki duruşu, düşüncelerinin geniş bir yelpazede yayılmış olması hali sanki. Öyle ki bu yolculuk okuyanın belki de kendi kendine fark bile etmeden geçiştirdiği tüm duygu durum hallerini eline bırakıyor. Romanın içinde dolaşmakla yetinsin istemiyor da yazar sanki, okuyucuyu kendi kendisiyle de yüzleştiriyor. Tam bu nokta da aslında okuyucu kendi iç dünyasında farklı bir zamanda ve farklı bir boyutta tıpkı bir rüyada uçar gibi gezinmeye başlıyor. Gerçek dünyaya dönmek istemiyor bir nevi. Bir bağımlılık gibi, bir tür garip çekim gibi içine alıyor kitap okuyanı. Kitap gibi de biraz, ama daha çok hiç keşfedilmemiş düşün fırtınaları gibi okuyucunun. Gördükçe afalladığı, afalladıkça bilmek istediği, bildikçe tutkunu olacağı…Kendine eşlik etmesini dileyeceği kişiyi de tam da romanın içinde buluyor üstelik. Uyar, onu da eksik bırakmıyor.

Sağ tarafta bir yere “Zihin zamandan bağımsızdır” diye garip bir grafiti işlenmişti. Altında da imza olarak “zamanusta” yazıyordu.”(s.111)

Uyar seçtiği sözcüklerle zamanın ve düşüncelerin içinde yaptırdığı dansı, hayatın iz bırakan yanları ile bütünlüyor. Konu doğal olarak kitaba adını veren odaya geliyor dönüp dolaşıp. İz Oda’sını iz odası yapan sebebe. Hayatın anlamı üzerine bir sorgulamaya gidiyor kahramanlar tam bu odada. Beraberinde okuyan da…

“Emel! Milyarlarca evrende varsın, milyarlarca evrende yoksun, milyarlarca evrende kimse yok, bakteriler yok, dünya yok, hatta güneş sistemi yok. Çok da mühim bir mesele değil.” dedi. Aklına Carl Sagan’ın “Soluk Mavi Nokta”sı gelmişti. Soluk Mavi Nokta, Dünyanın Voyager 1 sondası tarafından rekor uzaklıktan çekilen bir fotoğrafının adıydı. İsim, Carl Sagan’ın 1994 yılında yazdığı kitaptan ileri geliyordu.

Aynı isimli belgeselde, neredeyse ezberlediği cümlelerini hatırladı Carl Sagan’ın. Kitabında da yazıyordu:

‘Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her “yüce önder”, her aziz ve günahkâr onun üzerinde – bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.’

Yani… Tüm bu evrenleri düşün. Ne kadar varız, ne kadar yokuz. Ne kadar önemliyiz bireyler olarak tüm bunlar düşünüldüğünde? Çok küçük bir zerreden ibaretiz. Boş ver. Var olan Emel’ler varlığın, yok olan Emel’ler yokluğun tadını çıkarsınlar.”(s.123-124)

Bir solukta okuyup bitirmek isteyecekse de okuyucu, daha yeni başladığı kendi iç yolculuğunun ve belki de hayaller alemine daldığı tüm özlemlerinin, tüm hayallerinin, tüm isteklerinin bir çetelisini tutuyor bu kitapla. Sorusunu soruyor kendine ve cevabını arıyor kendinde. Uyar’ın cümleleri de buna izin veriyor ve kapısını açıyor.

“İnsanın hayatında öyle anlar vardır ki… Geri dönüp o anı değiştirmek isterler. Her seçimin bir şey kaybettirdiğini ispatlayan anlardır onlar ve kişi hangi seçimi yaparsa yapsın diğer seçimi kaybettiği için üzülür durur. O anı unutmak ister.”(s.133)

İz’ler önemlidir herkes için. Hayat da bu izleri takip etme ya da silme üzerine kurulu bir seçimdir daha çok. Seçim ne olursa olsun, o odaya girecektir insan. Önünde sonunda… İster istemez…

Siz,  İz Oda’sına girmeye hazır mısınız?

Kaynak: http://www.okurken.net/2011/02/20/iz-odasi/ – Serda Sez AYIK


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir