İstanbul’da yaşayan herkesin İstanbul’a dair bir sevgisi vardır. Bu sevginin kaynakları çeşitlilik gösterebilir. Ne oldukları mühim değil. Ancak İstanbul’dan nefret edilen zaman dilimleri genelde müşterektir: Trafikte olunan zamanlar.
Trafikte olmanın yarattığı bu nefretin -ya da olumsuz tutumun- ardında sıkışıp kalma, gecikme, sıkılma gibi bireysel nedenleri olduğu kadar, “enayi yerine koyulma”, “hakkının gasp edilmesi”, “hakkını koruma çabası” gibi sosyal nedenleri de var. Sebepleri de toplum düşmanları… Toplum düşmanları; zira toplumda huzurla yaşamanın güvencesi trafik kuralları gibi kurallardır. Bu insanlar kurallara uymadıkları gibi, zannedersem bunu “daha akıllı” oldukları için -ve bizler de enayi olduğumuz için- yapıyorlar; ve bu toplum düşmanları üzerimizde trafiğin kendisinden çok daha fazla stres yaratıyor. (Şehir hayatının insan üzerinde yarattığı strese Erdem Erikçi şu yazısında değinmişti).
Araç kullananların hemen hemen her gün karşılaştığı, insanı 150 kişilik bir pasifik adasına göç etmeyi hayal ettirecek kadar çileden çıkartan bir kaç çeşit toplum düşmanını tarif etmeye çalışacağım. Bu tarifleri yaparken, gerçek bir acelesi olduğu için (hastası, zayisi olanları) kapsam dışı tuttuğumu hatırlatmak isterim. Öte yandan kimi zaman bu gibi hareketler hayatımıza tehdit yarattığı için, düşüncesizce davrananlara hakaret etmiş bulunabilirim. Affola.
Toplum Düşmanı 1: Ağır tahrikçiler
Bir yol vardır ve bu yol üç şeritlidir, üstelik de kalabalıktır. Her şeridin ortalama bir hızı bulunur. Siz de o hıza uygun olarak akar gidersiniz. Böyle hallerde trafiğin bir boru içerisinde akan akışkandan farkı yoktur. Her akışkan elemanı (otomobil) kendi akış çizgisi üzerine hareket eder.
Ne var ki bazı arkadaşlar mevcut imkânlara razı olamayan arkadaşlardır. Sol şeridin ortalama hızı o yol için belirlenmiş olan azami hızdan yüksek olsa dahi (mesela E-5 için bu 80 km/sa’tir. Yarı yoğun zamanlarda genelde sol şeridin ortalama hızı 90 ila 100 arasında değişir) sırf sizden daha hızlı gitmek istediği için YA DA siz takip mesafesini koruyorsunuz diye sizin yavaş gittiğiniz “algılayarak” şöyle yaparlar:
1. Arkanıza geçerek selektörle yol isterler.
2. Yol vermek istemeyebilirsiniz. Ben adamın acelesi olabileceği düşüncesiyle yine de yol vermek isterim. Yeter ki ısrarcı olmasın. Ancak yol yoğun olduğu için sağ şerit hemen geçebileceğiniz müsaitlikte olmayabilir. Bu yüzden gecikirsiniz.
3. Arkadaki arkadaş daha ısrarlı selektöre başlar.
4. Baktı ki yol vermiyorsunuz:
a) Kıçınızın dibine kadar girerek tahrik etmeye başlar. Bunun stresi kaza yapmayacak adama kaza yaptırır. Aslınca canınıza kast ediyordur. Bu arkadaş insanlıktan çıkmış öküzlüğe terfi etmiştir. Hoşgeldin yeni öküz.
b) Sağ tarafta bir boşluk bulup sizi tehlikeli bir şekilde “sağlama” çabasına girer. Oysa yanda alan olsa siz geçeceksiniz zaten.
Bu öküzlük silsilesi son derece sinir bozucudur. Pek çoğu bunca sinir bozmaya, küfür yemeye rağmen de bir, bilemediniz iki arabalık mesafe kazanır. O mesafe Formula’daki gibi süreyle ölçülecek olsa 1 veya 2 saniye çıkar. Değer mi bunca stres yarattığına? (Bu arada bu hareketin daha önce verildiğini duymadığım 1 yıllık bir hapis cezası var. Başınıza gelirse kaydedebiliyorsanız kaydedin.)
Toplum Düşmanı 2: Kaynakçılar
Yanyollardan E-5 gibi geniş yollara girişte rastlayabileceğiniz bu toplum düşmanları aslında ana caddeden dönüş gerektiren her sapak da tezahür edebilirler.
Bu arkadaşlar hepimizden akıllı arkadaşlardır. Dönüş (ya da anayola katılım) sırasına neden girsinler? Bir defa onun bir beyni, iki gözü ve bir de burnu var. O halde yanda ikinci bir şerit oluşturarak, sizin gibi sıra beklemek yerine, yandan yandan gidip, tam katılımdaki o dar ağızda burnunu sokarak sizden daha evvel katılabilirler. Siz bir kaç dakika daha bekleyin. Ne de olsa salaksınız…
Hemen hemen her sapakta rastlayabileceğimiz bu davranışı minibüsler, midibüs şeklindeki halk otobüsleri ve taksiler daha sistematik bir biçimde gösterirler bu arada. Sanırım onların sürücülüğü meslek olarak yapmaları, böyle bir davranışı gerçekleştirmeyi “verimlilik ve etkinliği arttırmak için” kendilerince mübah saymalarına neden oluyor.
(Pazar değerleri ve sosyal değerlerin nasıl farklı sonuçlar yarattığını, söz konusu paraysa etiğin ya da vicdanın devreden çıkabileceğini şu yazımda anlatmıştım.)
Toplum Düşmanı 3: Emniyet Şeritçileri
Bu arkadaşların toplum hayatına nasıl kastettiklerini detaylı anlatmaya lüzum yok aslında. Kendileri tıpkı kaynakçılar gibi, dünyanın en zeki insanlarıdır ve sizin salaklığınıza 80 km/sa bir hızla giderken bakarlar. Diğerlerine göre yaptıkları toplum düşmanlığı karşısında en çok fayda elde edenler bunlardır. Aynı şekilde, bir kazaya uğramaları halinde, ambulans ya da itfaiyenin geçişini engelleme potansiyelleri yüzünden topluma en çok düşmanlık edenler de yine bunlardır. Başka bir deyişle bence “yatacak yerleri olmayanlar”dır kendileri.
Ayrıntı vermeyim dedim ama yine de aklıma gelen bir detaydan bahsetmek isterim: Önüne mavi kırmızı alacalı beleceli ışıklar takmış siyah arabalar bunu daha çok yaptığı için şeridin “emniyetçi şeridi” olarak adlandırıldığı olur. Öyle ki bu ayrıcalığı elde etmek için arabasına bu ışıklardan ve “dodododorttttt” diye öten tuhaf polis kornasından taktıranlar olduğunu duydum. Demek ki kurallar normal vatandaşlar için.
Toplum Düşmanı 4: Boşluk bulunca yürüyenler
Hayvanlar bilişsel davranış göstermezler. Bizler gibi düşünerek karar vermezler. Daha basit kurallar zihinlerinde yer alır ve karmaşık gibi görünen hareketler dahi bu basit kuralların bileşkeleridir. Temple Grandin filmini izlediyseniz öküzlerin ve ineklerin yürüme mekanizmalarının anlatıldığını görmüşsünüzdür. Bu konuda daha detaylı okuma isteyenlere Tübitak yayınlarından çıkmış olan, Gould’lar tarafından kaleme alınmış “Hayvan Zihni”ni öneririm.
“Yok ben okumak istemiyorum, illa gözlemle öğreneceğim” diyorsanız o da mümkün. Özellikle şerit sayılarının düştüğü yerlerde, başka deyişle, iki şeritte yer alan arabaların tek şeritte birleşmek zorunda olduğu hallerde, önünde boşluk gördükçe yürümeye çalışan arkadaşları gözleyebilirsiniz. Bu arkadaşlar, “bir o şeritten, bir bu şeritten birleşelim, sırayla girelim; bak adam bu şeride yol verdi, ben de ona vereyim” demezler. Boşluk buldukça yürümek isterler. Sağda iseniz bariyerlere sıkışmamak için adamın hegamonyasına boyun eğersiniz. Yok eğer solda iseniz, “adama çarpmayayım” diye kaygılanan yine siz olursunuz. O da aradan sıvışıp önüne geçer, böylece kazandığı 3-4 metre ile mutlu olur, dopamin, seratonin falan salgılar. Gülümser.
Sonuç
Yaya geçidinde durmayanlar, şeridi kapatmak uğruna arabasını gireceği dükkanın önünde bırakarak yolu tıkayanlar, görme engelli yollarına park edenler, engelli parklarını işgal edenler, garaj girişini kapatanlar gibi daha pek çoğunu saymadığımın farkındasınızdır.
Trafikte haklar kurallarla kesin olarak belirlenmiştir, ancak yukarıda bahsettiğimiz hakların hiçbirisi, “kavşakta karşılaşınca önceliğin kimin olduğu” gibi, belirsiz bir duruma düzen kazandıran kurallardan gelmez. Öncelik hakkı (önce gelenin konumunu önce olarak sürdürmesi hakkı) en doğal haklardan birisidir. Banka ya da ekmek kuyruğunda, veyahut metrobüse binerken boş koltukların doldurulmasında da aynı hak söz konusudur.
Abartılı olacak ama bir milletin kalkınmaya ne kadar müsait olduğunu, demokrasiyi ne kadar benimseyebileceğini, hoşgörü kültürünü ne kadar yeşertebileceğini trafikteki davranışlarına bakarak anlamanın mümkün olduğunu iddia edeceğim. Zira trafik, biraz da arabanın sağladığı anonimlikle, kalabalıklar içinde topluma sevimli gözükmek için taktığımız maskeleri pek takmadığımız bir yerdir. Yani bir banka kuyruğunda olduklarından daha anonimdir insanlar, gerçekte oldukları gibi davranmak konusunda daha rahattırlar. Tartışmaya kalkarsanız da “kusura bakma” diyeni pek görmedim; bu yüzden tartışmaya girmek ve hatta kızgınlıkla korna çalmak bile yersiz. Hatırlatmak isterim ki Türkiye’de trafikte çıkan kavgalarda insanlar birbirlerini vuruyorlar, bıçaklıyorlar.
Bir yanıt yazın