Demokrasinin “oy verme” unsurunu yüceltip, kalan diğer unsurlarını dışlayan bir önermeye sıklıkla rastlamışsınızdır: “Çoğunluğun bir bildiği vardır”. Bu önerme son 12 yıldır başta mevcut iktidarı meşrulaştırmak için bol bol kullanılıyor.
Dün Melih Karakelle’ye ait şu yazıyı okumuş olduğumdan olsa gerek bugün bu önerme aracılığıyla yapılan mantıksal safsatalara daha bir dikkat eder oldum. Hele bugün tekrar vuku bulan maden kazası olayını eleştirenlere iktidar partisi destekçilerince verilen yanıtlarda yine ve yine bu önermeye başvuruluyor olması aklen ve vicdanen insana acı veriyor. Çok kısa da olsa “çoğunluğun bildiği” mevzuu üzerine üç beş kelam etmek isterim.
Çoğunluğun bildiği doğru mudur gerçekten?
Belli şartlar ihmal edilirse ya da belli şartların varlığı altında “evet”. Örneğin üzerinde fikir birliğine varılmış “kötüler” (cinayet, tecavüz, çocuk istismarı vb.) ve “iyiler” (yardım severlik, misafirperverlik vb.) kavramsal olarak değerlendirmeye tabi tutulduğunda kalabalıklar iyiye iyi, kötüye kötü diyecektir. Bu ortak değerlere dayanarak değerlendirme yapmak “sağduyu” olarak adlandırılır. Siyasetçilerse “kamu vicdanı” kelime çiftini daha çok severler (her ne kadar güzide ülkemizde kötülüğü kimin yaptığına bağlı olarak değerlendirmeler inanılmaz boyutta değişiklik gösterse de, herkesin insanlık değerlerini paylaştığı varsayıldığında bu böyledir.)
Estetik değerlerle ilgili de kalabalığın paylaştığı ortak beğeni kriterleri olduğunu, kalabalığa hitap etmesi amacıyla üretilen popüler estetik değerlerin zaten kalabalığın beğenisine göre dizayn edildiğini söyleyebilir. Örneğin bir belediye otobüsü tasarımı zaten halkın beğenisi için yapılır. Bu yüzden halka sorarak seçebilirsiniz tasarımınızı.
Ancak rasyonel / ussal (akılcı) seçimlerde şartlar çok önemlidir!
Mesela “kalabalığın zekâsı” adı verilen bir kavram vardır. 1907’de “kalabalığın sihri” adıyla Sir Francis Galton tarafından icat edilmiştir bu kavram. Galton o tarihlerde 787 köylüden bir öküzün ağırlığını tahmin etmesini istemiştir. Hiçbirisi doğru yanıtı vermemiş olsa da tüm yanıtların ortalaması alındığında neredeyse öküzün gerçek ağırlığı çıkmış.
Ortalamanın değil de çoğunluğun yanıtının esas kabul edildiği bir başka örnek olarak Kim Milyoner Olmak İster yarışmasındaki seyirci jokerini verebiliriz. Seyirci jokeri (en azından kolay sorularda) genelde size doğru yanıtı sağlar. Burada da kalabalığın zekâsı söz konusudur.
Ancak, dediğim gibi, rasyonel /akılcı seçimlerde şartlar önemlidir. Örneğin Sir Francis Galton öküzün ağırlığını 787 köylüye değil de 787 şehirliye sorsaydı, aynı mükemmel yanıtı elde edebilir miydi acaba? Ya da Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında genel kültür alanının dışından çok spesifik bir soru sorulsa idi, kalabalığın sihrinden faydalanılabilir miydi?
Dahası insanlar kendilerini ilgilendirmeyen ya da doğru tahminde bulunmaktan övünmeyecekleri bir konuda özenli yanıt da vermeyebilirler. Herhangi bir köşe başında “Van’ın Yeniyüzyıl mahallesinde Gür Market’in bulunduğu sokağın adı 1421. sokak mı yoksa 1422. sokak mı olarak adlandırılsın?” diye sorsalar sadece beğendiğiniz yanıtı verebilirsiniz mesela. Sonuçlar sizi ilgilendirmediği gibi hayatınıza da bir etkisi yoktur.
Diğer yandan seçimler rasyonel bir konuda olsa da yanıt vermenin pragmatik bir nedene dayanabilir. Bir arkadaşınız önümüzdeki seçim döneminde bir derneğin başkanlığına aday olacaktır. Sizi hiç alakanız olmamasına rağmen “Sündiken Dağları Tavşan Avcıları Derneği”ne üye yapabilir; sırf seçimlerde ona oy verebilin diye. Üstelik size kazanç sağlayacak bir vaatte de bulunabilir: “Başkan olursam kutlama günlerinde senden 40 tepsi baklava sipariş edeceğim”.
Demek ki rasyonel / ussal seçimlerde kalabalığın zekasının rasyonel / ussal bir sonuç yaratabilmesi için bazı şartlar mevcut:
- Seçen kişinin soruyla ilgili belli bir bilgi dağarcığı ya da deneyimi bulunması gerekir.
- Seçen kişinin seçimin sonuçlarından etkilenmesi gerekir.
- Seçen kişinin seçimin sonuçlarından herkes kadar etkilenmesi gerekir (toplumun sağlayacağı faydadan ayrı ve daha fazla bir fayda sağlamamalıdır). (Seçimlerde herkesin toplum için inandığı en iyiye oy vereceği varsayımıyla)
Şu halde demokrasinin sadece sandıktan ibaret olmayıp, “tarafsız basın”, “eşit propaganda hakkı” gibi unsurları da barındırması, seçim kanunlarının mevcut ve işliyor olması, güçler ayrılığının işliyor olma şartının var olmasının nedenleri, Fransız ve İngiliz adetlerinin sürdürülmesinden değil, yukarıda bahsi geçen şartların yerine getirilmesi ve seçimin toplum için en akıllı yönde sonuç vermesinin güvence altına alınmasının istenmesinden…
Zira tarafsız basın ve eşit propaganda hakkı kişileri taraflar hakkında bilgilendirir. Siyasi partilerin parti programlarını açıklamasına ve seçmenin seçim sonrasındaki ülke manzarasından ne kadar etkileneceğini aktarmasına yarar. Ayrıca kirli çamaşırlar varsa bunları ortaya döker.
Ne var ki tarafsız basının ve eşit propaganda hakkının seçmene akılcı bir karar aldırabilmesinin şartı da seçim yapacak kişilerin “bilince” sahip olmasıyla mümkündür. Zira her ikisi de iletişimle ilgilidir ve alıcının mesajı alabilecek bir zemine sahip olması gerekir. Demokrasinin, adaletin, dürüstlüğün önemi, toplum refahının bağlı olduğu unsurlar, çevreyi korumanın ne kadar önemli olduğu gibi meseleler EĞİTİM meselesidir. Yani Türkiye’de pek sağlıklı olmayan şu sistem…
Yoksa mesela baro başkanını da halka seçtirebiliriz. Bize kısaca baro başkanları hakkında bir tanıtım yapar, broşür dağıtırlar. Biz de kim olduğuna karar veririz. Ya da Boeing 787’lerde hangi tip kanat profili kullanılacağına da halk karar verebilir. Bir kaç uçak mühendisi çıkar bizimle kanat profilinin Roskam katsayılarını paylaşır. Biz de gider seçeriz.
Velhasıl… Rasyonel / ussal seçimlerde çoğunluğun bildiğinin doğru olduğu durumlar nadirdir, pek çok şarta bağlıdır. Bu da demokrasinin temsil krizinin ana nedenini oluşturuyor.
Sevgiler Yeni Türkiye.
Bir yanıt yazın