İsmini 2013 yılında Seralini Araştırması’nın yayından kaldırılmasıyla (1) sıkça telaffuz ettiğimiz Elsevier’in akademik yayın sektörü pastasından nasıl bir dilim aldığını (2) ve bu yolla elde ettiği inanılmaz kârlarla döndürmüş olduğu bu sistemin bilim insanını -Marx’ın tabiriyle- kendi emeğine nasıl yabancılaştırdığını* biliyoruz.
Yayın sektörünün ticari kaygılarının ve bol sıfırlı fiyatlarının bilime ve bilimin yaygınlaşmasına nasıl zarar verdiklerini yeniden irdelemeye gerek yok; ben geçtiğimiz günlerde yaşayayazdığım bir deneyim neticesinde başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum: Elsevier gibilerinin sözdebilimlerle, hurafelerle ve bilim dışı iddialarla mücadele eden bilim gönüllülerinin, kuşkucuların ve bilim insanlarının ellerini zayıflatması ve buna keza sözdebilimcilerin ellerini güçlendirmesine…
Bu sürecin nasıl ilerlediğini anlatmak için bir alıntı yaparak bilimsel araştırma ve yayınlama sürecinden bahsedelim (2):
Olağan bir bilimsel makalenin yayınlanmadan önce izlediği süreç şu şekildedir: Bilim adamı makalenin taslağını hazırlar ve çalıştığı alanda makale yayınlayan bir dergiye gönderir. Derginin editörü, taslağı yayınlamaya değer bulduysa hakemlere yönlendirir. Hakemler bilgi ve tecrübelerinin ışığında taslakta sunulanları değerlendirirler ve eğer onlar da makalenin dergide yayınlanmasında sakınca görmedilerse metnin geliştirilmesi için bazı eklemeler ve değişiklikler isteyebilirler. “Şu şu deneylerin de sonuçlarını ekleyin, şu şu soruya cevap bulmanız gerekiyor, kullanılan bu istatistiki yöntem yerine şunu kullanmalısınız, başlığı şu şekilde değiştirin, metinin düzenini şu şekilde ayarlayın” gibi yorumları birer rapor halinde dergi editörüne yollarlar. Editör bu raporları inceler ve taslağın yazarına bildirir. Yazar gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra editöre geri döner. Eğer editör ve hakemler yapılan değişikliklerden tatmin olmuşsa basım için son ayarlamalar yapılır ve makale nihayet yayınlanır.
Bu yöntemin bilimsel çalışmanın doğruluğu konusunda %100 garanti sağladığı iddia edilemez elbette ama en azından bu bir kontrol sürecidir ve kontrolsüz bir yayından daha güvenilirdir. Bilim insanları bu kontrol sürecinden sıkıntı da duymazlar; zira bir hataları varsa gerçekten de bu hataların tarafsız hakemlerce tespit edilmesini isterler. Araştırmalarının daha sağlıklı ve “sağlam” olması için bu uygulama bulunmaz bir nimettir. Üstelik genelde yazar ismi de hakem ismi de gizlenerek tarafsızlık ilkesinin güvence altına alınması da sağlanır. (Aksinden de bahsedelim: Sözdebilimciler bunun aksine davranırlar; kendilerinin hatalarını bulmanıza kızgınlıkla yanıt verirler, eksik ve yanlışları asla kabul etmezler…)
İşte sırf bu nedenlerle, sözdebilim savunucuları ile tartışmaya girdiğimizde hakemli dergilerde yayınlanmış olan makaleler bizim için güvenilir bir liman teşkil ederler ve konunun uzmanlarının yazdığı, hakemlerin denetiminden geçtiği bir araştırmanın hiçbir araştırmaya dayanmayan havadaki iddiaları “döveceğine” inanırız.
Diyelim ki popüler bir sözdedoktor ya da “aktar zinciri” X bitkisinin Y hastalığına iyi geldiğini iddia ediyor:
1. Önce iddia sahibine bunu hangi bilimsel araştırma raporuna dayanarak söylediğini sorarız.
2.Varsa eğer, X bitkisinin Y hastalığına iyi gelmediğini ortaya koyan araştırma onu gösteririz.
Sözkonusu kişi bize bilimsel bir çalışma gösterebilirse, teşekkür eder geri ayrılırız. Biz ona aksi yönde bir bilimsel çalışma gösterirsek onun da teşekkür ederek iddiasını geri çekmesini ümit ederiz. Niyetlerine göre genelde çekmezler tabi ki ve bilime çamur atarlar, ancak genelde bilime çamur atarken bunu haklı bir gerekçeye dayandıramazlar.
Fekaaaaaaat! İşte Elsevier’in Seralini Araştırması’nın yayından kaldırılmak, sahte tıp dergileri yayınlamak gibi (1), kendine atıfta bulunan ve böylece atıf değeri yüksek dergiler yaratmak (5) gibi vukuatları bu noktada kuşkucunun elini zayıflatırken sözdebilimcinin elini güçlendiriyor!
Zira C vitamininin kanseri tedavi ettiğini iddia eden bir sözdebilimciye C vitamininin kanseri iyileştirmekte hiçbir etkisi olmadığı gibi aşırı C vitamini tüketiminin hastalara zarar verdiğini ortaya koyan bilimsel çalışmalar olduğunu (3) söylediğinizde şöyle bir yanıt almamız olası hale geliyor:
“Çalışmaya güvenmiyorum. Elsevier’in ne yaptığını gördük işte, bilimsel araştırmalar güvenilir değil, ilaç şirketleri ticari kaygılarla akademik dünyayı manipüle ediyor”
Elsevier’in vukuatlarının bilime doğrudan darbe vurmuş oluyor vurmasına ancak bir de sözdebilimcilerin dayanacağı bir zemin de yaratmış oluyor. Yani: KÜLLİYEN ZARAR!
Bilimin ve bilimsel araştırmaların güvenilirliklerini muhafaza edebilmeleri için mutlaka ve mutlaka şiddetli cezai yaptırımlara ihtiyaç var; ki ister açık ister kapalı erişimli olsun, tüm bilim yayıncıları kendilerine bir çeki düzen versinler. Bu gibi yaptırımlarda bulunabilecek uluslararası bir üst kurum oluşturularak, güçlendirilmesi gerekir (BM bünyesinde olsa olur muydu acaba?).
Boykot ise diğer bir seçenek, ancak büyük yayıncılar yayın pastasının çok büyük bir kısmını işgal ettiklerinden boykot bir anlamda kaynaksızlık da demek ve çoğumuzun araştırmalarını sürdürebilmesi için bu yayıncılar tarafından yayınlanmış dergilere erişmeye maalesef şiddetle ihtiyacı var.
Naçizane düşünceme göre çözüm yine alttan, yani bizlerden gelecek: giderek ve giderek, bilim insanlarının araştırmalarını yayınlamak için açık erişimli dergileri tercih etmek gibi. Sırf kadro almak ya da isim yapmak için para karşılığı makale basan dergilerden uzak kalarak, bu işi ticari kaygılarla değil hakkıyla yapan dergilerin rekabet edebilmesi için üzerine düşeni yapması önemli…
2014 yılında daha az ticarileşmiş bir bilim yayıncılığı dileğiyle…
Dipnotlar:
* Marx’ın yabancılaşma kavramından biraz bahsetmek gerekirse: İşçinin kendi ürettiği ürüne yabancı kalmasıdır… Yani mesela siz bir otomobil işçisisiniz, onu üretiyorsunuz ama ona sahip olamıyorsunuz ve üreticisi olmanıza rağmen o ürüne sahip olmak için bir bedel ödemek zorundasınız. Oysa endüstri devriminden önce öyle değildi: Buğdayı siz üretiyorsanız, buğday sizindi.
Aynı yabancılaşmanın giderek vahşileşen yayın sektöründe de geçerli olduğunu söylemek mümkün: Araştırmayı siz yapıyor, tüm telif haklarıyla birlikte yayıncıya devrediyor, ama kendiniz dahi ona parayla ulaşmak durumunda kalıyorsunuz (2).
** Evet… Elsevier büyük nane yemiştir, bu da Big Pharma iddialarını güçlendirir, ama Dünya, bir taraftan Big Pharma para kazanırken bundan nemalanmayan, nemada gözü olmayan, sadece bilim ve insanlık için çalışan binlerce, on binlerce ve yüz binlerce başka bilim insanları içermektedir ve bu yayınları onlar da okuyarak gerektiğinde eleştirmekte, gerektiğinde çalışmayı tekrar ederek onu çürütmektedir. Zaten Big Pharma’nın bir komplo teorisi olması bundan ileri gelir. Bu kadar insanı gizlice satın alamazsınız. Ayrıca herkes satın alınmaz (4). Mesela Elsevier’in bünyesinde çıkan “Chaos, Solutions & Fractals” adlı bir dergide gerçekleştirilen sahtekarlığı başka bir fizikçi fark etmiş ve ortaya çıkarmıştır (5).
Kaynaklar:
- Ayşe Bereket, Monsanto’nun Bilim Dünyasına Müdahalesi: Seralini Araştırması Yayından Kaldırıldı
- Erdem Erikçi, Başkasının Sırtından Geçinmenin En Akademik Yolu
- Işıl Arıcan, C Vitamini: mucize mi yoksa safsata mi?
- Tuğsan Topçuoğlu, Komplo Teorisi dizisi
- Kaan Öztürk, Akademik Yayın Dalavereleri: El Naschie Vakası
Bir yanıt yazın