(09.08.2012’de Gazeteport’ta yayınlanmıştır.)
Bilim yazarlığı sıkıntılı bir şey…
“Bilim yazarı” derken, böyle bir kavram da yok aslında. Hani daha çok bilimsel, teknik gelişmeler üzerinde yazan, bilim politikalarını ele alan yazılara ağırlık vermekle böyle bir sıfata sahip olunduğunu varsayalım…
Siyaset üzerine yazmak kolay. Türkiye’de her gün ayrı bir skandal, ayrı bir perde. Gaflardan çatışmalara, adaletsizliklerden yolsuzluklara… Hangi birini sayalım? Siyaset yazarlarının Türkiye hakkında yazmak konusunda hiçbir sıkıntı çekeceklerini sanmıyorum. Siyasete bağlı daha pek çok konu da öyle. Mesela ekonomi. Bir şekilde o fırlıyor, bu azalıyor, onda tavan, bunda taban derken iyi kötü insanın fikirlerini ifade edebileceği yeni şeyler daima var. Bir gidişat var ve çoğunluğu da ilgilendiriyor.
Bilim ve teknikte yok mu? Türkiye’de çok az, olan da bir garip, hatta bir ucundan siyasete bulaşıyor… Gerçi yönümüzü gelişmiş ülkelere çevirirsek her gün bir hayli fazla gelişmeler bulabiliyoruz fakat bunlar bir fikir, bir köşe yazısı değil, önce haber olmalı. Haber olup kitlelere ulaşmalı, soru işaretleri oluşmalı ki yorum yapma şansımız da olsun.
Pek az habere bakınca da kötü bir manzara ile karşılaşıyoruz:
İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ‘Yaşambilimlerinde Multidisipliner Ar-Ge ve İnovasyon Sempozyumu’na bilimin magazini adlı bir konuşma ile katıldım. Bu konuşmayı hazırlarken Türkiye’de yayınlanan pek çok bilim haberini inceleme ve kategorize etme fırsatını yakalamış oldum. Bilim haberciliğimiz bir facia: Dikkatsizlik, bilgisizlik, abartıcılık ve hatta çarpıtma hâkim.
Bu kategorilerden ilki ve en masumu “bilgi bakımından eksik haber”. Haber, onu hazırlayanın bilgisizliğine kurban gittiği için bir şekilde hatalı ya da önemli noktalarda boşluklu oluyor.
Sıradaki kategori abartılı haber. Bu tip haberler ilgi çekmesi için ya da bir şekilde onu hazırlayanın kasıtsız olarak kattığı heyecan ile ucu çok başka yerlere giden bir hal alıyor. Gerçekten uzaklaşılıyor ama yine de üçüncü kategori gibi değil.
Üçüncü kategori, en tehlikelisi: Bilimselmiş gibi görünen hurafe ve saçmalıklar. Okurlara bilim haberi adı altında ve bilimsel bir anlatımla saçma sapan iddialar sunuluyor. Evrene mesaj göndermenin yollarından, sağ beynin 100 atom bombası gücünde olmasına, ağaçlardaki titreşimlerin insana iyi gelmesinden, “11.11.11” gibi tarihlerin yeni boyutlar açacağına kadar bir dolu hurafe, bir dolu anlamsız, temelsiz bilgi. Tamamen magazinsel.
İnsan merak ediyor: Hukukla ilgili konularda hukukçulara danışıp görüşlerine yer veren basının bilim konusunda kendine güveniyor olması neden? Bu özgüven hukuk ve fizik ya da hukuk ve astronominin hangi farkından kaynaklanıyor?
Elbette “Ne zararı var?” diye de sorulabilir. Zira ilk bakışta yokmuş gibi görünüyor. “Kim takıyor ki?” diye de sorulabilir; zaten “sen gazetelere ne bakıyorsun!” gibi bir deyim dilinize aşina gelecektir. Ama öyle değil!
Pratikte Türkiye’de ilköğretim öğrencilerinin tümünün ingilizce dil bilgisi hiç olmadığından ya da yabancı kaynakları takip edemeyecek kadar zayıf olduğundan, bilimle ilgilenmeye başlamış genç arkadaşlarımız doğal olarak yabancı kaynaklara değil Türkçe kaynaklara yöneliyorlar. Türkçe haber kaynaklarının pek çoğunun hatalı, abartılı ya da sözdebilimsel olması onların bilgilenmelerinde önemli gedikler oluşturuyor ve neticede onları yanlış yönlendiriyor.
Eğitim sistemimizin bilimsel düşünmeye yönelik bir politikası da olmadığından gerçekten bilimsel ve kritik düşünebilmek için kendini geliştirmek zorunda olan, eleştirel düşünüşü doğal yollarla değil de hasbelkader elde edebilmiş bir azınlık oluşuyor. Hem de her söylenene inanan, araştırma zorunluluğu hissetmeyen, kolaylıkla gaza gelebilen ve yönlendirilebilen, tarot, astroloji gibi modern sözdebilimlere ve komplo teorilerine inanmaya meyilli bir çoğunluğa karşılık.
Ne idüğü belirsiz kişilerin tıbbi önerilerine, densiz aşı karşıtı kampanyalara (evet, hatırı sayılır sayıda “ben çocuğuma aşı vurdurmam” diyen vatandaşımız var bu ülkede) ve garip gurüp tedavi yöntemlerine gösterilen prim de yine bundan. İşin kötüsü, yetkili mercilerdekilerin bir kısmı aynı tornadan çıktığı için çoğu zaman bu zararlı akımların tehlikesinin farkına varamıyor olsa gerek ki bir önlem de alınmıyor.
Öncelikli olarak yapılması gerekenleri düşününce akla “bir bilene danışmak” geliyor:
Ulusal basına çağrımız, bilim haberciliğinde her zaman danışılabilecek bir uzman kadro yaratarak bu kadrodan faydalanmalarıdır. Bunda herhangi bir yanlış yok. Anayasa hukukçusuna ya da deprem profesörüne danışmak ayıp olmadığı gibi, bir teorik fizikçiye, bir mühendise, bir sinirbilimcisine de danışmak da ayıp değil.
Bir yanıt yazın