Teknolojik dönüşümler sinsidir. Genelde teknoloji ilerler, yeni ürünler eskilerini ikame eder ve bizlere de “bir zamanlar şunlar, bunlar vardı” diye yad etmek düşer.
Bundan elli yıl sonrasına şimdiden bakmaya çalışırsak orada petrolü yaygın olarak göremeyeceğimizden eminiz. Yerine ne gelebileceğini bilmiyoruz. Belki teknoloji kökten değişecek ve kimyasal yakıtlara ihtiyaç duymayacağız. Ama duyarsak petrol büyük ihtimalle olmayacak; olsa da ekonomik olmayacak.
Biyokütleden yakıt eldesi, başka bir deyişle biyoyakıt sahası, mevcut haliyle ekonomik, verimli ve sürdürülebilir olmasa da umut vaat eden bir saha.
İki hafta önce yazmış olduğumuz “THY’den Biyomüjde” adlı yazımızda biyoyakıt konusunun takipçisi olacağımızı söylemiştik.
Havacılıkta kullanılacak biyoyakıtın eldesinin tarımla olabilecek bir iş olmadığını – en azından mevcut biyoyakıt bitkilerinin bu imkanı sağlamaktan uzak olduğunu – yine aynı yazıda söylemeye çalışmıştık. O yazıda da söylediğimiz gibi THY’den duymak istediğimiz şey Harran Ovası’na ekim biçim değildi.
Biz daha çok üretici, üniversite ve havayolu işbirliğini duymak istiyoruz. Zira biyoyakıt hala potansiyel itibariyle daha çok bir ar-ge konusu…
Konuyla ilgili taraflar, tüm Avrupa kıtasındaki tüm topraklarda biyoyakıt tarımı yapılması halinde bile dünya havacılık sektörünün ihtiyacının karşılanmaması gerçeği karşısında neyi nereye ekeceklerinden ziyade biyoyakıtı daha farklı nasıl elde edeceklerini düşünüyorlar.
Boeing yıllar önce tek hücreli su yosunları olan alglerle ilgili bir takım çalışmalara imza atmış ve alglerin de biyoyakıt eldesinde kullanılabileceğini göstermişti.
Boeing o günden bu yana alg konusuna gerçekten de takmış durumda. Profesyonelleri, araştırma kurumlarını ve teknoloji firmalarını bir araya getiren, algle ilgili sürdürülebilir alternatif enerji çalışmalarını destekleyen Algal Biomass Organization adlı kar amaçlı olmayan örgütün kurucu üyesi ve en büyük destekleyicisi. Çünkü tarım alanları problemine yönelik geliştirilen bu çözüm bir dönüm arazinin tamamına ekilecek kamelinadan 15 kat, Jatropha’dan 5 kat daha fazla biyoyakıt eldesini sağlıyor. Bu da alge olan ilginin sürekliliğini sağlayan en büyük etken.
Nitekim, Kaliforniya’daki özel bir bilimsel araştırma şirketi (Bio Architecture Lab) ise geçen hafta, bakterileri genetik olarak modifiye ederek onların su yosunu içerisindeki aljinat adlı şekeri etanole dönüştürmelerini sağladıklarını ve böylece su yosunlarını doğal bir dönüşümle biyoyakıt eldesinde kullanılabilecek hale getirdiklerini açıkladı.
Bu yüzden biz yine bu satırlardan THY’ye çağrı yapmak istiyoruz:
Türkiye’de moleküler biyoloji alanında ihtisas sağlayan üniversitelerle, belki bir de üreticiyle birlikte işbirliğine giderek araştırma & geliştirme çalışmalarını destekleyin. Bu konuda araştırma yapacak olan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin çalışmalarını fonlayın.
Türkiye’de de biyoyakıt konusunda çalışma yapacak ve çalışmaları destekleyecek, Algal Biomass Organization tarzında bir örgüt kurmamak için hiçbir sebep yok, üstelik çok yüksek bütçeler gerektirdiğine de inanmıyorum. İyi bir sonuç elde edebilmek için gereken tüm kaynakların mevcut olduğu ülkemiz için THY bu işin lokomotifi olmalı.
Bu vizyonu elde etmediğimiz sürece yeni gelişiyor olmasını bir fırsat olarak kullanıp bundan istifade edebileceğimiz bir treni kaçırabiliriz.
Ar-Ge’ye yatırım yapmayan firmaların parlak dönemlerinin genelde geçici olduğuna da özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Ne dev, ne büyük, ne karlı firmalar teknolojik ilerlemelere yetişemediği ve hatta öncü olamadığı için eski günlerini mumla arar oldular. Bir zamanların teknoloji devi, hepimizin en az bir ürününü kullanmış olduğumuz Kodak’ın şimdi iflas ediyor olması ve hisselerini alacak yatırımcı bile bulamaması son derece iyi bir örnektir.
İyi haftalar.
Bir yanıt yazın