Yerli Ürün Geliştirmek

yazar:

kategori:

Türkiye’nin istediği zaman her şeyi yapabileceğini biliyorum ve buna gönülden inanıyorum.

Ancak bunun bir kaç şartı ve sınırı var.

Bu şart ve sınırlar için daha önce “Türk Uçağı mı? Neden Olmasın-2: Sahip olmanın 3 K’sı” dedik ve formülünü de sıraladık. İleri teknolojik, ekonomik değeri yüksek ve stratejik bir ürün geliştirmek için şu 3 K’ya sahip olmamız gerek dedik:

1.    Kararlılık (Siyasi irade)
2.    Kendine güven (Milli özgüven)
3.    Kabiliyet (Teknolojik ve ekonomik kabiliyet)

(Bakınız: http://www.airporthaber.com/readarticle.php?newid=448 )
Bu 3 K’dan yeniden kısaca bahsedecek olursak:

Birinci K: Kararlılık: Böyle bir ürünü geliştirmek için ihtiyaç duyulacak ilk K. Devletin evvela kendisi böyle bir hedef belirlemeli. Bu hedefe ya kendisi ulaşmalı, ya da ulaşmak isteyenleri desteklemeli. Bu kararlılık ve irade hükümetlerden bağımsız olmalıdır. Daha önce çok ama çok kez yaşandığı gibi, sıradaki hükümetin öncekli hükümetin projelerini rafa kaldırmaması gerekmektedir.

İkinci K: Kendine güven: Halk da dahil devleti oluşturan tüm unsurların başarı konusundaki inancı ve kendine güveni tam olmalı.
Üçüncü K: Kabiliyet: En sonda gelen K ise Kabiliyettir. Böyle bir ürün geliştirmek için kabiliyetiniz olması sizi zaman açısından avantajlı hale getirir. Buradaki kabiliyet kavramı geniş bir yelpazede ele alınması gereken, disiplinler arası bir kabiliyet kavramıdır.

VARLIK/YOKLUK TABLOSU

Şimdi ise farklı bir analiz yaparak kavramların ilişkilerini ortaya koyalım: Hangisi varsa, hangisi yoksa, izlenebilecek yol nedir?

Böylelikle sizler de kendi yorumunuza göre Türkiye’yi bir çerçeveye yerleştirin… Hatta yorumlarınızla bu durumu belirtebilirsiniz de…

Bakalım sizce hangi çerçeveye oturuyoruz?

1. Sadece Kararlılık

Kararlılık var, Kendine güven yok, Kabiliyet yok.

Siyasi iradenin ciddi hedefler belirlemesi, ancak bunu yaparken halkı ikna edememesi ve gereken teknoloji ve insan kaynağına sahip olamaması durumudur.

Bu durum ölümcül değildir, zira en önemli K olan, ilk K’nın olması halinde diğer K’lar da zamanla siyasi iradenin imkanlarıyla yaratılacaktır, ancak bu herhangi bir projenin ortalama süresini –bence- 5 ila 10 katına, maliyetini ise 10 ila 20 katına çıkaracaktır. Bu esnada teknoloji de sürekli olarak yenilenip gelişeceğinden bu süre ve maliyet artışları uzayabilir, ya da ortaya çıkan ürün, o ürün üzerinde daha önce çalışma yapmış olan ülkelerin muadil ürünlerinin gerisinde kalabilir.

2. Sadece Kendine Güven

Kararlılık yok, Kendine güven var, Kabiliyet yok.

Milli özgüvenin yerinde olduğu ancak ne bu özgüvene karşılık verebilecek bir siyasi iradenin, ne de gerekli teknoloji ve insan kaynağının bulunduğu durumdur. Hatta olabilecek en kötü “tek K” durumudur. Bir süre sonra özgüven de kaybedilecektir.

İhtimal zayıf da olsa bulunabilecek tek çıkış yolu, özgüven sahibi halk kitlelerinin siyasi irade üzerinde baskı oluşturabilmesi ve aşağıda tanımını yapmış olduğumuz 4 numaralı duruma ulaşılabilmesidir.

Özgüvenin, kararlılık ve kabiliyet yoksunluğu sürdükçe motivasyonunun azalacağı unutulmamalıdır.

3. Sadece Kabiliyet

Kararlılık yok, Kendine güven yok, Kabiliyet var.

Bir ülkede herhangi bir ürünü ortaya çıkarabilmek için tüm teknik ve beşeri imkanlar olmasına rağmen hedef belirleyemeyen kısır bir siyaset ve bu konuda talepleri bulunmayan, bulunsa bile ataleti yüksek bir halka sahip olmaktır.

Bu durumun tek bir sonuç yaratacağı aşikardır: Beyin ve sermaye göçü. Yoruma bile gerek yok.

4. Kararlılık ve Kendine Güven

Kararlılık var, Kendine güven var, Kabiliyet yok.

Özellikle yeni kurulmuş, büyük bir devrimi ya da değişimi yeni atlatmış toplumlarda / ülkelerde görünen durumdur. Çıkış yolu ilk etapta teknoloji ya da bilgi ithalatıdır.

Mesela Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yılları tamı tamına bu örneğe uyar. Kabiliyet temini için bir çok alanda yurtdışına öğrenci ya da mühendis gönderilmiş ve eğitim aldırılmış, daha sonra gönderilenler geri dönerek Türkiye’nin o dönem için en önemli kurumlarının temellerini atmışlardır. Bu kabiliyet geçici bir süre için dışarıdan da ithal edilebilir ki, insan kaynakları ve havacılık açısından bakarsak ilk uçak fabrikalarımızda görev alan nazi Almanyasından kaçmış Polonyalı mühendis ve bilim adamları bu duruma örnektir. Bugün kabiliyet ithalatı müşterek üretim ve teknoloji transferi gibi yollarla sağlanmaktadır.

Havacılık alanında 20. yüzyılın ortalarında sahip olduğumuz kabiliyet açısından yüksek ve ilk etapta var olan kararlılık ve özgüven ile elde ettiğimiz parlak dönemimizi önce kararlılık sonra da özgüven yitimiyle kaybettiğimiz unutulmamalıdır.

5. Kararlılık ve Kabiliyet

Kararlılık var, Kendine güven yok, Kabiliyet var.

Yine yoruma bile gerek olmayan bir durum. Tarihsel bir örnek her şeyi anlatacaktır: Devrim Arabaları.

Muazzam bir kabiliyet, her ne kadar kısmi de olsa devletin en yetkili kişisinden gelen bir kararlılık kuvveti, ancak “benzin koymayı unutmak” ile birlikte gelen müthiş özgüven kaybı. Ne diyelim…

6. Kendine Güven ve Kabiliyet

Kararlılık yok, Kendine güven var, Kabiliyet var.

Bir ülkenin tüm bireyleri “istesek her şeyi yapabileceğimize” inanır… Bilirler ki bizim mühendisimiz, bizim teknisyenimiz, bizim yöneticimiz, bizim işçimiz, bizim insanımız istediğinde her şeyi yapmaya muktedirdir.

Fakat bu güven ve kabiliyeti aynı projede birleştirebilecek bir siyasi irade ortada yoktur. Eğer kitleler, siyasi irade üzerinde bu yönde baskı yaratabilirse kararlılık teminiyle birlikte en kısa sürede hedefe ulaşabilecek hal ve durum budur.

KURUMSAL BAZDA 3K

Bence ülkeler için saydığımız bu makro durum, kurumlar için mikro ölçekte gözlemlenebilir.

Bugün bazı özel kuruluşlar ya da temsil derecesi yüksek yetkilileri sağlam bir “kendine güven” örneği göstererek çok kısa bir zaman içerisinde bir çok şeyi yapacağından bahsediyorlar. (Biri ya da birkaçı: Yerli eğitim uçağı, yerli füze, yerli astronot, yerli insansız hava aracı vb.)

Bu söylemlerin arkasındaki iyi niyetten şüphem yok, ancak ürün geliştirme o kadar da basit bir iş değil. Her ne kadar bugün ilerleyen üretim teknikleri, bilgisayarlı tasarım yardımcıları vb. teknolojilerle bir ürün geliştirme süresi çok daha kısa zaman dilimlerine indirgenmiş olsa da… Lakin “sıfırdan” başlanabilecek bir projenin ömrünün ve maliyetinin üst limitleri az çok bellidir: Elinizde tecrübe edilmiş örnekler var.

Bir ürün geliştirmeden önce ilk yapılacak şey karşılaştırmadır. İngilizce’de “Competitor Study” deriz. Türkçe’de “Rakip Analizi” diyelim. Rakip analizi size az çok fikir verir.

Söz gelimi bir Aermacchi M-346 gelişmiş askeri jet eğitim uçağı projesi İtalyan Aermacchi ile Yakovlev’in deneyim ve tecrübelerine dayanarak olmasına karşın, yaklaşık 11 yıl sonra ortaya çıkmış bir üründür. Bildiğimiz en temek uçaklardan olan tek motorlu Cessna 162 eğitim uçağı, Cessna’nın tüm tecrübe, tedarik zinciri ve mevcut mühendislik ağıyla bile 2 yılda ortaya çıkabilmiştir ki, Cessna’nın “nakit ineği” uçakları Cessna 172 ve Cessna 152’nin bir karışımı niteliğindedir. Hindistan’ın Brahmos füzesini geliştirmesi 10 yıl, Fransa ve İtalya’nın Aster füze ailesini ortaya çıkarması 20 yıl almıştır.

Kurumların kabiliyet düzeyleri, ilgili yıllarda teknolojinin seyri ve finansal imkanlar geliştirme ve üretim sürelerinin niçin böyle olduğu hakkında da fikir verecektir. Bu yüzden bir iddiada bulunurken de bu rakip analizine ilave olarak SWOT analizinin (Zayıf Yönler / Güçlü Yönler / Fırsatlar / Tehditler), fizibilitenin ve en nihayetinde insan kaynakları planlamasının yapılmış olması gerekiyor. Daha sonra tüm bunlara dayanarak finans, pazarlama ve insan kaynakları stratejilerinin belirlenmesi gerektiğini söylemem gereksiz sanırım.

Bu yüzden bir iddiada bulunmadan önce, stratejiler belirlenmemiş olsa bile en azından analiz ve fizibilite sürecinin tamamlanması gerekmektedir. Yoksa söylenenlerin tamamı bir tür “pazarlama stratejisi”ne dönüşür ve bu tek başına bir anlam ifade etmez.

Bu analiz ve fizibiliteyi yapabilmek için de yine uzmanlardan faydalanmak ve bu uzmanların yine rakipleri ve sektörü çok iyi analiz edebileceğinden emin olmak da gerekiyor. Yanlış analizler, yanlış stratejiler yaratır. Yanlış stratejiler de başarısızlık.

Ben, ülke çapında bakıldığında Türkiye’nin kabiliyetli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin bir süredir kabiliyet konusunda peyder peye adım attığını düşünüyorum. Bu küçük projeler başarılı oldukça özgüvenimiz artıyor (Örn: Kaideye Monteli Stinger, Fırtına, MİLGEM, C-130 milli yazılım modernizasyonu vb.). Bu özgüven özgün projelerimiz olan ANKA, HÜRKUŞ  gibi projeler de başarı ile tamamlanırsa bir daha düşmemek üzere temin edilecek.

Ancak 3K’mız kurumsal baza indirildiğinde aynı manzarayla karşılaşabileceğimizi söylemem mümkün değil. Yukarıda da ifade ettiğim üzere, elimizdeki tek şey özgüven. Kararlılık var diyemeyeceğim; kararlılık tarif ettiğimiz üzere yönetimler değişse bile sürdürülebilecek bir strateji edinimidir genel anlamda. Bu tip söylemlerde bulunan kurumların kabiliyetleri ise maalesef yok. Az biraz var değil: YOK. Ne teknoloji açısından, ne de insan kaynakları açısından.

Ortaya bir plan sunulsa, zamanla tüm bu eksikleri temin edebileceğinden ve iyi bir yol haritası çizilmiş olabileceğinden bahsedebiliriz ama öyle bir plan da yok. Plan konusunun üzerine derinlemesine gittiğinizde “yurtdışından bir kaç kurum ile işbirliği için görüşmeler” yaptıklarını söyleniyorsa durum beter. Bu bir plan değildir. Strateji hiç değildir.

Şu halde özgüveni yüksek kurumlara naçizane tavsiyelerimizi sıralayalım:

–          Kurumlar, bir çeşit pazarlama faaliyeti amacıyla olgunlaşmamış fikir ve hedefleri stratejik bir plan gibi sunmamalıdırlar.

–          Türkiye’nin mevcut ulusal kararlılık düzeyinden yararlanmak için “kurumsal hedefler” değil, ulusal liderlik hedefleri belirlemeliler. Daha basiti: “Ben yapacağım” demek yerine “Yapılmasına ön ayak olacağım” denmelidir. Bu kadar pahalı, yüksek kabiliyet gerektiren projelerin tek başına yapılamayacağı aşikardır.

–          Çok sayıda, çok ağır hedefler yerine, az sayıda, hafif, ancak kolaylıkla bir sonraki daha ağır hedefleri besleyebilecek hedefler belirlenmelidir.

–          İşbirliği ile maliyetten, zamandan tasarruf edilmeli ve mevcut bilgi ve deneyimlerden faydalanmalıdır. Yani illa ki bir kurumun böyle bir hedefi varsa “yerli füzemizi yapacağız” demeden önce yapanlarla müşterek tasarım ya da üretim projeleri geliştirmeli, “öğrenme eğrisi” ile maliyet aşağıya çekilmelidir.

–          “Üreteceğiz” fiilinin yerine “tasarlayacağız” ya da “geliştireceğiz” fiillerinin daha doğru fiiller olduğu üzerinde düşünülmelidir.

Zaten ilk etapta söylemiş olduğumuz rakip analizi yapılırsa tüm bu maddeler doğrudan anlaşılacaktır.

Bu yüzden siyasi iradenin sadece bir kaç ürün konusunda belirlemiş olduğu 5-20 yıllık hedefleri, özel kurumların daha kısa vadeli ve çok çeşitli söylemlerinden daha gerçekçi buluyorum.

İyi haftalar,
Tevfik Uyar


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir