Havacılık Biyoyakıta Eğilsin

yazar:

kategori:

Havacılık alanındaki devler petrole bağlı olmanın yaratacağı problemleri önceden görerek biyoyakıtlar üzerine çalışmaya çoktan başladı.

Ben kendi adıma konuyu uzun bir süredir takip ediyorum: 2008 yılında Aviation Türk dergisinde kapsamlı bir yazı yazmış, sektörün bu konuya eğilmesi gerektiğini ifade etmiştim. 2009 yılında 4. Ulusal Tasarım Kongresi’ne “Havacılıkta Krizle Mücadele Yöntemi Olarak Tasarım” adlı bildirimle katılmış, havacılık üreticilerinin havayolları ile işbirliği yaparak bu konunun üzerine gittiğini ayrı bir başlık halinde belirtmiştim. SavunmaSanayi.NET, Airporthaber.com sitelerindeki mecralarda da bugün de olduğu gibi zaman zaman bu konuyu hatırlatmaya devam ettik. Bu konuyla ilgili son hatırlatmamızı, “Biyoyakıt bir Şans” başlıklı yazımızla 31 Ekim 2010 yılında yapmıştık ve aynen şöyle demiştik:

“Tüm dünyadaki eğilim gözönünde bulundurulduğunda konunun sermaye sahipleri tarafından girişimci bir ruhla derhal sahiplenilmesi gerekiyor. Diğer yandan girişimci ve sermaye sahiplerin teşvik etmek için THY gibi pazarının lideri havayolu firmalarından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bununla ilgili projeler bekliyoruz.

Bir C-130′umuzu ya da C-160′ımızı %25 dahi olsa biyoyakıt katkısıyla uçurmamız ya da bir İstanbul-Antalya uçuşunu yine aynı oranlarda biyoyakıt katkısı ile gerçekleştirmemiz bile yeter. Teknolojiyi takip etmemiz, ettiğimizi göstermemiz ve girişimcilere cesaret vermemiz için bu konuları izliyor ve uyguluyor olmamız şart.

Havacılık setköründe teknoloji olmasa bile enerji üreticisi konumuna geçmemiz için henüz bakir olan biyoyakıt sahası bir şanstır.”

2011 yılının sonuna doğru yaklaşıyoruz. KLM, Qantas, JAL, Virgin, Continental Airlines, Air New Zealland gibi havayolu firmaları Airbus, Boeing gibi uçak üreticileri ve  Honeywell, Rolls Royce, General Electric gibi motor üreticileriyle birlikte çalışarak testlerini yaptılar ve kendilerini geleceğe hazırlıyorlar.

Dünya’nın çeşitli noktalarında biyoyakıt rafinerisi kurulduğunu, bilim adamlarının selüloz atıkları bütanola çeviren bakteriler geliştirdiğini, ABD’nin her altı ayda bir yeni bir hava aracı platformunda biyoyakıt ya da sentetik yakıt denemesi yaptığını duyuyoruz.

Türkiye’nin bir tarım ülkesi olmasının avantaj olduğunu, petrol tüketimimizin ancak %15′ini yerli üretimle sağlayabildiğimizi ve petrol ürünleri tüketimi içinde ise, en büyük payın %34 değeri ile biyoyakıtın idame edebildiği motorine ait olduğunu biliyor olmamıza rağmen ülkemizde henüz herhangi bir gelişme yok.

Yasal Zemin Hazır / Üretim Artıyor / Araştırmalar Sürüyor

Gelişmeler için tüm yasal zeminin hazırlanmış olmasına rağmen Türkiye’deki devlerin konuya neden eğilmediğini anlayabilmek çok zor.

Avrupa Birligi Eylül 2001 tarihinde kabul ettiği yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi yönergesi kapsamında (COM 2001/77/EC):

• 2010 yılında elektrik enerjisinin %22’sinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanması,

• 2010 yılında toplam enerji üretimi içinde yenilenebilir enerji kaynakları payının %12’ye ulaştırılması ve bunun yeşil elektrik üretiminin artışı ile temin edilmesi

• Bu yolla sera gazı emisyonlarının azaltılması ve Kyoto Protokolu’na uyumun gerçekleştirilmesi hedeflendi.

Türkiye bu programa uyacağını taahüt etti ve  “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının (YEK) Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun” 10 Mayıs 2005’te TBMM’den geçti.

Bu kanun bugün biyodizel üretmek isteyen, bu konuda çalışma yapmak isteyenlerin belgelendirilmesi ve bu kaynakların kullanımına ilişkin usül ve esasları kapsıyor ve EPDK’yı da “Yenilenebilir Enerji Kaynak Belgesi-YEK Belgesi” vermeye ve alım/satım düzenlemeye yetkili kılıyor.

Yani artık yasal zemin tamam!

Ancak yasal zeminin hazır olmasının tüm sorunları çözdüğünü ve devletin biyo dizel üretmek ve bu alanda çalışma yapmak isteyenleri büyük bir hevesle beklediğini söyleyebiliyor muyuz? Orası meçhul. Türkiye’de yaşamanın ve bu ülkenin vatandaşı olmanın bazı cilveleri olduğunu zaten hepimiz biliyoruz.

Sözgelimi Bugün gazetesinde geçen yıl Ağustos ayında yayınlanan, Nesrullah Sonay imzalı bir haberden Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hikmet Budak’ın Türkiye’nin birçok yerinde yetişen ancak pek bilinmeyen bir bitkinin biyodizel üretiminde kullanılabileceğini bulduğunu ve Türkiye’den destek bulamadığını, bunun üzerine ABD Tarım ve Enerji Bakanlığı’ndan 1.3 milyon dolar maddi destek aldığını öğreniyoruz. ‘Brachypodium distachyon TR’ adını verdiği bitkiyi biyoyakıta çevirecek olan Budak’ın çalışması dünyanın en prestjli bilim dergilerinden Nature’da yayınlandı. Budak’ın projesi 2013 yılında tamamlanacak.

Bu işin AR-GE kısmı… Yüzümüzü zirai üretim kısmına çevirdiğimizde de manzara ilk etapta güzel geliyor: Türkiye’de, tohumunda %35 ila 40 oranında yüksek kaliteli yağ ihtiva eden Aspir çiçeği üretimi 2000’li yıllarda neredeyse yokken bugün 30 bin hektarlık bir alana yayılmış durumda. Ancak ürünün büyük bir kısmı farklı amaçlarla kullanıyor. Aspire, kanolaya, soyaya bakıldığında manzrara tekerrürden ibaret: İş biyodizel üretmeye ya çok az varmış ve çok küçük çaplı ya da bireysel kullanımda görüyoruz, ya da hiç yok.

İnsanın aklına küresel aktörlerin petrol pazarının küçülmemesi için hangi ülkede nasıl at oynattığına dair bir şeyler gelmiyor değil. Aktörlerin kim olduğu muamma… Ancak, tüm bu aktörlere rağmen bir şey yapmak mümkün değil mi?

Ben havacılığın biyoyakıta eğilmesini bu anlamda bir şans olarak görüyorum.

Yasal zemin hazır, araştırmacıların hazır ve nazır, üretimin bollaşma eğilimi olmasına (un, yağ, şeker var da…) rağmen, büyüme, devleşme ve kalıcı hale gelme iddiası bulunan sivil havacılık ya da savunma sektöründe faaliyet gösteren firmalarımızın helva yapma kısmına girişmemesinin sebebi nedir acaba?

 

Ekim 2010’da yazdığımız cümleyi tekrar edelim:

Tüm dünyadaki eğilim gözönünde bulundurulduğunda konunun sermaye sahipleri tarafından girişimci bir ruhla derhal sahiplenilmesi gerekiyor. Diğer yandan girişimci ve sermaye sahiplerin teşvik etmek için THY gibi pazarının lideri havayolu firmalarından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bununla ilgili projeler bekliyoruz.

Bir C-130′umuzu ya da C-160′ımızı %25 dahi olsa biyoyakıt katkısıyla uçurmamız ya da bir İstanbul-Antalya uçuşunu yine aynı oranlarda biyoyakıt katkısı ile gerçekleştirmemiz bile yeter. Teknolojiyi takip etmemiz, ettiğimizi göstermemiz ve girişimcilere cesaret vermemiz için bu konuları izliyor ve uyguluyor olmamız şart.

Havacılık setköründe teknoloji olmasa bile enerji üreticisi konumuna geçmemiz için henüz bakir olan biyoyakıt sahası bir şanstır.

Umarım seneye aynı yazıyı kopyalayıp yapıştırıyor olmayız.

İyi haftalar.

 

Ben kendi adıma konuyu uzun bir süredir takip ediyorum: 2008 yılında Aviation Türk dergisinde kapsamlı bir yazı yazmış, sektörün bu konuya eğilmesi gerektiğini ifade etmiştim. 2009 yılında 4. Ulusal Tasarım Kongresi’ne “Havacılıkta Krizle Mücadele Yöntemi Olarak Tasarım” adlı bildirimle katılmış, havacılık üreticilerinin havayolları ile işbirliği yaparak bu konunun üzerine gittiğini ayrı bir başlık halinde belirtmiştim. SavunmaSanayi.NET, Airporthaber.com sitelerindeki mecralarda da bugün de olduğu gibi zaman zaman bu konuyu hatırlatmaya devam ettik. Bu konuyla ilgili son hatırlatmamızı, “Biyoyakıt bir Şans” başlıklı yazımızla 31 Ekim 2010 yılında yapmıştık ve aynen şöyle demiştik:

“Tüm dünyadaki eğilim gözönünde bulundurulduğunda konunun sermaye sahipleri tarafından girişimci bir ruhla derhal sahiplenilmesi gerekiyor. Diğer yandan girişimci ve sermaye sahiplerin teşvik etmek için THY gibi pazarının lideri havayolu firmalarından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bununla ilgili projeler bekliyoruz.

Bir C-130′umuzu ya da C-160′ımızı %25 dahi olsa biyoyakıt katkısıyla uçurmamız ya da bir İstanbul-Antalya uçuşunu yine aynı oranlarda biyoyakıt katkısı ile gerçekleştirmemiz bile yeter. Teknolojiyi takip etmemiz, ettiğimizi göstermemiz ve girişimcilere cesaret vermemiz için bu konuları izliyor ve uyguluyor olmamız şart.

Havacılık setköründe teknoloji olmasa bile enerji üreticisi konumuna geçmemiz için henüz bakir olan biyoyakıt sahası bir şanstır.”

2011 yılının sonuna doğru yaklaşıyoruz. KLM, Qantas, JAL, Virgin, Continental Airlines, Air New Zealland gibi havayolu firmaları Airbus, Boeing gibi uçak üreticileri ve Honeywell, Rolls Royce, General Electric gibi motor üreticileriyle birlikte çalışarak testlerini yaptılar ve kendilerini geleceğe hazırlıyorlar.

Dünya’nın çeşitli noktalarında biyoyakıt rafinerisi kurulduğunu, bilim adamlarının selüloz atıkları bütanola çeviren bakteriler geliştirdiğini, ABD’nin her altı ayda bir yeni bir hava aracı platformunda biyoyakıt ya da sentetik yakıt denemesi yaptığını duyuyoruz.

Türkiye’nin bir tarım ülkesi olmasının avantaj olduğunu, petrol tüketimimizin ancak %15′ini yerli üretimle sağlayabildiğimizi ve petrol ürünleri tüketimi içinde ise, en büyük payın %34 değeri ile biyoyakıtın idame edebildiği motorine ait olduğunu biliyor olmamıza rağmen ülkemizde henüz herhangi bir gelişme yok.

Yasal Zemin Hazır / Üretim Artıyor / Araştırmalar Sürüyor

Gelişmeler için tüm yasal zeminin hazırlanmış olmasına rağmen Türkiye’deki devlerin konuya neden eğilmediğini anlayabilmek çok zor.

Avrupa Birligi Eylül 2001 tarihinde kabul ettiği yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi yönergesi kapsamında (COM 2001/77/EC):

• 2010 yılında elektrik enerjisinin %22’sinin yenilenebilir kaynaklardan sağlanması,

• 2010 yılında toplam enerji üretimi içinde yenilenebilir enerji kaynakları payının %12’ye ulaştırılması ve bunun yeşil elektrik üretiminin artışı ile temin edilmesi

• Bu yolla sera gazı emisyonlarının azaltılması ve Kyoto Protokolu’na uyumun gerçekleştirilmesi hedeflendi.

Türkiye bu programa uyacağını taahüt etti ve “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının (YEK) Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun” 10 Mayıs 2005’te TBMM’den geçti.

Bu kanun bugün biyodizel üretmek isteyen, bu konuda çalışma yapmak isteyenlerin belgelendirilmesi ve bu kaynakların kullanımına ilişkin usül ve esasları kapsıyor ve EPDK’yı da “Yenilenebilir Enerji Kaynak Belgesi-YEK Belgesi” vermeye ve alım/satım düzenlemeye yetkili kılıyor.

Yani artık yasal zemin tamam!

Ancak yasal zeminin hazır olmasının tüm sorunları çözdüğünü ve devletin biyo dizel üretmek ve bu alanda çalışma yapmak isteyenleri büyük bir hevesle beklediğini söyleyebiliyor muyuz? Orası meçhul. Türkiye’de yaşamanın ve bu ülkenin vatandaşı olmanın bazı cilveleri olduğunu zaten hepimiz biliyoruz.

Sözgelimi Bugün gazetesinde geçen yıl Ağustos ayında yayınlanan, Nesrullah Sonay imzalı bir haberden Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hikmet Budak’ın Türkiye’nin birçok yerinde yetişen ancak pek bilinmeyen bir bitkinin biyodizel üretiminde kullanılabileceğini bulduğunu ve Türkiye’den destek bulamadığını, bunun üzerine ABD Tarım ve Enerji Bakanlığı’ndan 1.3 milyon dolar maddi destek aldığını öğreniyoruz. ‘Brachypodium distachyon TR’ adını verdiği bitkiyi biyoyakıta çevirecek olan Budak’ın çalışması dünyanın en prestjli bilim dergilerinden Nature’da yayınlandı. Budak’ın projesi 2013 yılında tamamlanacak.

Bu işin AR-GE kısmı… Yüzümüzü zirai üretim kısmına çevirdiğimizde de manzara ilk etapta güzel geliyor: Türkiye’de, tohumunda %35 ila 40 oranında yüksek kaliteli yağ ihtiva eden Aspir çiçeği üretimi 2000’li yıllarda neredeyse yokken bugün 30 bin hektarlık bir alana yayılmış durumda. Ancak ürünün büyük bir kısmı farklı amaçlarla kullanıyor. Aspire, kanolaya, soyaya bakıldığında manzrara tekerrürden ibaret: İş biyodizel üretmeye ya çok az varmış ve çok küçük çaplı ya da bireysel kullanımda görüyoruz, ya da hiç yok.

İnsanın aklına küresel aktörlerin petrol pazarının küçülmemesi için hangi ülkede nasıl at oynattığına dair bir şeyler gelmiyor değil. Aktörlerin kim olduğu muamma… Ancak, tüm bu aktörlere rağmen bir şey yapmak mümkün değil mi?

Ben havacılığın biyoyakıta eğilmesini bu anlamda bir şans olarak görüyorum.

Yasal zemin hazır, araştırmacıların hazır ve nazır, üretimin bollaşma eğilimi olmasına (un, yağ, şeker var da…) rağmen, büyüme, devleşme ve kalıcı hale gelme iddiası bulunan sivil havacılık ya da savunma sektöründe faaliyet gösteren firmalarımızın helva yapma kısmına girişmemesinin sebebi nedir acaba?

 

Ekim 2010’da yazdığımız cümleyi tekrar edelim:

Tüm dünyadaki eğilim gözönünde bulundurulduğunda konunun sermaye sahipleri tarafından girişimci bir ruhla derhal sahiplenilmesi gerekiyor. Diğer yandan girişimci ve sermaye sahiplerin teşvik etmek için THY gibi pazarının lideri havayolu firmalarından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bununla ilgili projeler bekliyoruz.

Bir C-130′umuzu ya da C-160′ımızı %25 dahi olsa biyoyakıt katkısıyla uçurmamız ya da bir İstanbul-Antalya uçuşunu yine aynı oranlarda biyoyakıt katkısı ile gerçekleştirmemiz bile yeter. Teknolojiyi takip etmemiz, ettiğimizi göstermemiz ve girişimcilere cesaret vermemiz için bu konuları izliyor ve uyguluyor olmamız şart.

Havacılık setköründe teknoloji olmasa bile enerji üreticisi konumuna geçmemiz için henüz bakir olan biyoyakıt sahası bir şanstır.

Umarım seneye aynı yazıyı kopyalayıp yapıştırıyor olmayız.

 

İyi haftalar.

 

 

 


Yorumlar

“Havacılık Biyoyakıta Eğilsin” için bir yanıt

  1. Büyüme gelişme iddiaları uçak boyutu ve yolcu kapasitesi bağlamında önemli ileri sürenler için sanırım. Oysa daha büyük uçak daha çok enerji gereksinimini de getiriyor. Ziraat bakımından yararlanılacak bitkiler , eğer bildiğimiz geleneksel tarım yöntemleri ile üretilecekse, rekolte düşük olduğunda uçaklar havalanamaz değil mi? .))) Ya da biletler çok pahalılaşır.başka bir şey daha vardı biyoyakıt yerine düşündüğüm ama belki de gülünç gelebilir onun için şimdi söylemeyeyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir