Beni her şeyi bırakıp bir gezgin olmaya teşvik eden Anadolu ansiklopedisi olan bu filmin beni derinden etkilediğini söyleyerek başlamak isterim.
Böyle bir filmi ilkokul dörde ya da beşe gelmiş çocuğa okulda izlettireceksin. Neden?
Çünkü bir insan her şeyi sevmeyi öğrenmeden önce memleketini sevmeyi, memleketinin insanını sevmeyi öğrenmeli. Memleketini tanımalı. Her toprağı, her karışı farklı bir renkten olan bu güzel ülkenin evladı olmaktan gurur duymalı. Bizim mayamızın birbirini sevmekten, kabul etmekten geldiğini bilmeli. Zira bunları yapmazsa yarın otobüste baldırı çıplak diye küçük bir kızı, orada burada ramazanda sigara içiyor diye bir kadını, aşklarını dışarıya fazla gösterdiler diye ergenlik çağındaki iki genci döver… Türk diye, alevi diye, kürt diye, süryani diye, yezidi diye onu bunu ayırır.
Ben bu belgeseli izleyene kadar Anadolu insanının kültür köklerine dair bir şeyler biliyorum sanır, okuduğum bir kaç kitap ile bilgilendiğimi düşünürdüm. Yok arkadaşlar. Anadolu tek başına kürsü olacak kadar geniş, tek başına din olacak kadar yüce, tek başına dünya’ya yetecek kadar kadim, filmlere sığmayacak kadar derin, akıl almayacak kadar duygulu, gezilemeyecek kadar büyük…
Ne var ki bu belgeseli sinemalarda, televizyonlarda oynatmayan, yeteri kadar değeri vermeyen insanımız çok ama çok küçük. Velhasıl, DVD’sini, VCD’sini almak için sağa sola bakıyorum. Her yerde “tükendi” yazıyor. Yani yapımcılar da tekrar dağıtmayacak kadar ümidi kesmişler güzelim filmden.
Ben o filmde söyleyen, çalan her teyzemin, amcamın, kardeşimin sesine kurban olayım. Hepsinin uzaklara bakan gözlerinde, hepsinin yanık seslerinde insan kendinden bir şey mi bulur? Bir insan başka bir insana memleketini bu kadar sevdirir mi?
Ben ne bilirdim Bingöl’de, sağır ve dilsiz bir çobanın davarına dalan kartalı dans haline getirdiklerini? Ben Tonya’da horonun cenaze başında bile çekildiğini başka türlü nasıl duyardım? Yezidi’lerin paganlığın Anadolu versiyonu olduğundan hiç mi hiç haberim yoktu. Hataylı bir ipek ustasının kendi tezgahına yazdığı o arapça “türküyü” başka türlü nasıl bilirdim? Ve şu amcamın söylediği “Eşrefoğlu” türküsü beni tekrar bağlama çalmaya itiyor şu an… İlk işim de bu hafta bağlama almak olacak.
İşte bu belgesel, bu film hakettiği değeri görmüyor.
İnsan memleketini seviyor… İnsan o köyleri, o köylüleri seviyor ama onları görmezden gelen şu şehirlilere diyecek bir şey bulamıyor.
Bu belgeseli izleyin sevgili dostlar… 1 buçuk – 2 saatlik boş bir zamanınızda, güzel bir kulaklığı da kulağınıza takarak ya da çok iyi bir ses sistemi ile izleyin. Ben korsan adresini veriyorum; ziyanı yok. Piyasada artık yok zaten, eminim yapımcıları da buradan izlemenizi isteyecektir:
Albümü satışta. Ben bir yarışmadan tesadüf kazanmıştım; zaten belgeselden de böylece haberim oldu.
Bir yanıt yazın