Büyük camlı bir evin fırtınaya bakması

Batıdan bir fırtına yaklaşıyor İstanbul’a. kızıllığını yitirmemiş güneşin yoğun CB bulutları arkasından görünmeye temayülü var ama imkanı ve gücü yok. gölgeler ışık olup olmadığından emin olmadıkları için görünüp görünmemeye de karar veremediler henüz. “Kızılın gölgesi nasıl olur ki?” diyor acemileri… Ustaları pikniğe gitmişler bulutlara.

Güneşin olduğu ve batışını bizlere göstermediği tarafta mütemadiyen yıldırımlar düşüyor. Buradan bakınca bir bacak boyunca. Yanına gitmeye cesaret ister.

Bir evi tercih etmemin sebebi olan büyük camlar, kocaman bir sinema perdesinde bir fırtına sahnesi döndüğünü hissettiriyor. Ben bu satırları yazarken şehrin uzakta görünen parçacıkları birer birer ışıklarını yakıyorlar. Sol yarısı kızıl ufkun. Sağ yarısı kara. Sol yarısında deniz var -sanki İstanbul-. Sağ yarısının dumanı tütüyor -sanki Ankara-.

Şehrin tek hareketi uzak yollardaki araçların farları. Bir hat üzerinde vızır vızır çalışan ateş böcekleri gibi görünüyorlar. Birisi gelip ezecek diye korkuyorum. Hatta yıldırım buralara da gelir ve düşer diye de korkuyorum. İki yanımdaki bina daha yüksek. Elektrik bile tembel… Biliyorum. Rahatlıyorum.

Büyük camlı evim fırtınaya bakıyor işte. Fırtına oralı bile değil. Yüz vermiyor.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir