Yıllar önce şu an adını hatırlamadığım bir uluslararası sanayi örgütünün Avrupa ülkeleri hakkında yapmış olduğu bir araştırmasını okumuştum.
Değerlendirme ve değerleme çalışması, ülkelerin yarattığı ürün ve hizmetlerin kaynakları konusunda idi. Kriterleri her ne ise, Belçika ve Türkiye’nin hizmet ve ürünlerinin puanı eşit çıkmış ancak kaynakları epey bir farklılık göstermişti. Belçika’daki hizmet ve ürün kalitesi %90 ölçüde teknolojik imkanlar sayesinde oluşurken, Türk ürünlerinin %90’ı bireylerin kişisel kabiliyet ve hünerlerinden kaynaklanıyordu.
Her ne kadar zaman zaman özeleştiride bulunarak, tembelliklerimizden, “yumurta kapıya gelince” deyimine uygunluğumuzundan dem vursak da; aslında yapı itibariyle özverili, çalışkan ve tuttuğunu koparan bir millet olduğumuzu hepimizin bildiğini düşünüyorum. Tabi şimdi elimizde kanlı, canlı bir Türkiye örneği var; madem öyle de, bu geri kalmışlık, bu gelişmemişlik niye?
İyimser bir yaklaşımla; bu soruya yanıt verirken, “Zorluklarla iyi mücadele ediyoruz ama istediğimizi elde edince, onu elde tutmayı başaramıyoruz” demek yanlış olmaz. Sahip olduğumuz tarihin düşüş ve yeniden doğuşlarla süslü olması da sanırım bununla açıklanabilir.
Geleceğin nabzını tutmak
Bazen günlük hayattaki koşuşturmaca, iş güç kaygısı ve işin gücün getirdikleri gözlem yeteneğimizi ve imkanımızı azaltır. Bir şeyler hakkında yorum yapamaz hale geliriz. Kaşığında yağ taşıyan prens adayı misali. Bilir misiniz o hikayeyi?
Kral çağırmış kızını isteyen adamı. Ağzına bir kaşık tutturmuş. İçine de yağ koymuş. Demiş ki, tüm sarayı gez dolaş, bu yağı bir damla dökme. Garibim yağa baka baka sarayı dolaşmış, dökmeden gelmiş. Kral sormuş sonra: “Anlat bakalım sarayımı…”
Benim de çok boş vaktim olduğundan değil. Tanıyanlar bilir, zaten bir kaç işim mevcut. TV ve gazetecilik işleri bana eskiden kalma, yadigar işler. İnanın zaman zaman zorluyor da; dinlenerek ya da eğlenerek geçirilecek vakti tekrar çalışmaya ayırmak.
Ancak ben sektörün basın tarafında olmayı da çok seviyorum. Faydalı da buluyorum; çünkü eğer basın tarafındaysanız sektörün, sektör sizin için görmeden gezeceğiniz bir saray olmaz. Bilakis baktığınız yağ olur. İşinizi yaparken öğrenirsiniz, nabız tutarsınız. Gözünüzden bir şey kaçmaz. “Gazeteci tarihinin tanıdığıdır” derler. İşte siz de o zaman tüm olayların tanığı olursunuz.
Geçtiğimiz hafta, TV’deki işlerim dolayısıyla geleceğin nabzını tutmuş oldum.
Anlatmaya başlamdan düşünelim: Geleceğin nabzı nasıl tutulur? Tahminde bulunarak mı? Bilimsel yöntemlerle öngörüde bulunmaya çalışarak mı?
Değil elbet… Onlar da yöntemdir de; kağıt üstünde kalır. Bir banka reklamında dendiği gibi: “Devir ne devri olursa olsun, aslolan insandır…”. İşte bu yüzden geleceğin büyüklerini, geleceğin sektör çalışanlarını gözlemlemek lazım. Onlara sormak lazım. Ne düşünürler, ne kadardır kapasiteleri, bu insanlar gelecekten ne bekler? Geleceğin onlardan bekledikleri konusunda hazırlar mıdır…
İşte geçen hafta tam da öyle oldu. Atıf Ünaldı ile bir kereye mahsus olmak üzere birlikte yaptığımız programda Kocaeli Üniversitesi SHYO öğrencileri ile, daha sonra Cumartesi yayınlanan, yapımcılığını ve sunuculuğunu kendimin gerçekleştirdği “Havacılık Endüstrisi” programında İstanbul Bağcılar Anadolu Teknik Lisesi, Uçak Gövde Motor Bakım öğrencileri ile söyleşiler gerçekleştirdik.
Tutkulu ve coşkulu gençler
İlk önce 10 Aralık 2009 tarihinde, o bölüme özel olarak Atıf Ünaldı ile birlikte sunduğumuz Teknotalk programına katılan, Kocaeli Üniversitesi SHYO öğrencisi 6 arkadaşımızla tanıştık. Program boyunca sohbet etme imkanı bulduğumuz 4’ü Uçak Gövde Ve Motor Bakım, 1’i Aviyonik ve diğeri Sivil Havacılık Ulaştırma İşletmesi öğrencisi arkadaşlarımızın her birisi ateş gibiydi! Hepsinin gözlerinde bir şeyler yapma, bu ülkeye bir şeyler katma hevesi, kendilerini geliştirmeye duydukları tutku ve hasret ve daha da önemlisi hocalarına, kendilerinden daha tecrübeli abilerine duydukları saygı. Programın sonuna doğru sorduğumuz “Sizce ne olsa daha iyi olurdu” sorusuna verdikleri yanıtlar, bir şeylerin farkında olduklarının göstergesiydi. Hepsinin hayalleri ve hedefleri var; ve hepsi peşinde koştukları ideallerini gerçekleştirmeye gelmişler. Ne mutlu…
Diğer yandan, 12 Aralık Cumartesi günü Airport TV’de yayınlanan “Havacılık Endüstrisi” programımın konukları, Bağcılar Anadolu Teknik Lisesi, Uçak Gövde ve Motor Bakım bölümü öğrencileri olan iki genç arkadaşımdı. Her ikisi de 16 yaşında olan bu arkadaşlarımın canlı yayına gelmek ve bildiklerini anlatmak istemeleri zaten mükemmel bir sosyal cesaret örneği. Programı izleyen arkadaşlarım programın başında benim için üzülmüşler: “Bir saat boyunca ne konuşacak?” diye. Ancak bu bir saate genç arkadaşlarımızın hayallerinin ve hedeflerinin sığmadığını söylesem… İnanır mısınız? Bu arkadaşlarım aynı zamanda Türk Hava Kurumu’nun 16-29 yaş arası gençler için başlattığı Genç Kanatlar programının, Bağcılar bölgesindeki üyeleri. Hatta ve hatta birisi başkanı idi. Aynı şekilde bu sevgili arkadaşlarım da oldukça mütevazı, oldukça saygılı idi ve diğer arkadaşları gibi hocalarından övgüyle ve saygıyla bahsediyorlardı.
Türkiye’nin kendi eğitim uçağı
Aynı gün, haftaya yayınlanmak üzere Sportif Havacılık dendiğinde akla gelen isimlerden, Anka Havacılık şirketleri ile Türkiye’nin sportif havacılık alanındaki özel teşebbüslerden birini oluşturan ve bu yönde oldukça faydalı faaliyetlerde bulunan Sn. Vedat Sarıkaya ile, Türkiye’nin bir avuç profesyonel bayan paraşütçülerinden olan Sn. Sinem Tufan konuğum idi. Kendileri sportif havacılığın Türkiye’deki sorunlarını aktarmanın yanısıra, sadece sorunları değil, kendilerinin çalışmaları sonucu elde ettikleri çözümleri de aktardılar. Her yıl ilgili kurumlara mektuplar yazarak ve proje çalışmaları yaparak sportif havacılığın önündeki engelleri kaldırmaya çalıştıklarını bildiren Sarıkaya, bugüne dek başarıya ulaşamadıklarını ama bu mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini söyledi Ayrıca Sarıkaya’nın, Türkiye’de çok hafif ve hafif hava araçlarının üretilmesi için de çok önemli projeleri var. Şu an dünyadaki mevcut pazarı ve üreticileri incelemek adına profesyonel kurumlarla çalışma yaparak geniş kapsamlı bir rapor oluşturduklarını söyleyen Sarıkaya, finansmanın sağlanması halinde Türkiye’nin kolaylıkla kendi sportif ve eğitim maksatlı uçaklarını üretebileceklerini söylüyor. Yine onlar da, bunca yıllık mücadelelerine rağmen, yorulmadan, bıkmadan, usanmadan, bu ülkede havacılığın gelişmesini sağlamak ve sürdürmek için ellerinden geleni yapacaklarını ısrarla belirtiyorlar.
Velhasıl, anladığım o ki; bizim toplumumuzun her kesimi kendi içinden kahraman çıkarmaya muktedir. Sn. Sarıkaya, Sn. Sinem gibi, bireysel çabaları ile, toplumsal gelişime katkıda bulunmak isteyen özverili kimseler inanıyorum ki her yerde var. Kendileri yıllardır zaten bu işin içinde ve artık bazı konuları kendi “davaları” olarak görüyorlar. Ancak, bir önceki başlıkta bahsettiğim gençlerimizin hevesini söndürmemek ve onların da birer dava sahibi olarak, ülkemiz için özveride bulunmasını sağlamak için, kendilerine imkan sunmak gerekli.
Ben bizlerin, Mustafa Kemal Atatürk’ün de söylemiş olduğu üzere, zeki ve çalışkan olduğuna inanıyorum. Ancak bizlerin “çabuk yılmama ve inatçı olma” vasfına daha çok ihtiyacımız olduğu gibi, bu vasfı sürdürebilmek için de, imkanları sağlamakla yükümlü kurumların ellerinin biraz daha açık olması gerekiyor.
Herkese iyi haftalar…
Bir yanıt yazın