Ben turuncu rengi severim mesela. Gürültülü ve çok ritimli müzikler dinlemem. Erkek parfümü olarak baharatlı kokuları, bayanlarda ise meyveli kokuları severim. Bir başkasının aynı konularda farklı tercihleri olduğu gibi bu konuda tarafsız da olabilir. Hepimizin “zevkleri” ve “renkleri” mevcut.
Çoğu zaman bunun bizim tercihimiz olduğunu düşünürüz. Kelime itibariyle. Türkçe’de de “X’i tercih ederim”, İngilizce’de de “I prefer” ve diğer latin kökenli dillerde de öyle.
Oysa tercih olabilmesi için bilginin fiili olarak bir bilinç süzgecinden geçirilmesi lazım.
Örneğin; bir kebapçının kurumsal kimlik çalışmaları ve açılış organizasyonu görevini size vermiş olsunlar: Burada “tercih etme” eylemi devreye girer. Kebapçıda çok modern ve hatta post modern bir mimari tercih etmez, masalara çiçekli bir masa örtüsü yerine beyaz masa örtüsü sermeyi tercih edebilirsiniz. Muhtemelen açılış organizasyonunda metal müzik tercih etmezsiniz. İşte burada gerçekten tercih söz konusudur. Belli normlara/alışıla gelmiş standartlara uyma çerçevesi içerisinde tercihler belirlenir. Referansı her ne kadar belirsiz olsa da muhtemelen toplumsal tercihlere bağlıdır.
Ancak kişisel zevklerimizde tam olarak da yukarıdaki gibi bir tercih söz konusu değildir.Neyi seveceğimizi biz belirlemeyiz. Biz ancak neyi sevdiğimizi ve seveceğimizi biliriz. Tercih, belirsiz bir kaynaktan ancak bir doğrulama ifadesi sonucunda açığa çıkar.
Benim turuncuyu sevmem bir tercih değildir. Ancak turuncu giyinmeyi tercih edebilirim, ve “bundan böyle maviyi seveceğim” diye bir karar almam söz konusu değildir. Ancak “bundan böyle mavi şeyleri giymeyi tercih edebilirim” diye zorlama bir seçeneği işaretleyebilirim.
Şu halde, zevklerin ve renklerin tartışılması, bir parmak izinin şeklini, bir DNA’nın dizilişini, yine buna bağlı kendimize özgü tüm vücut görsel niteliklerini tartışmak kadar anlamsız hale gelebilir.
Muhtemelen tercihlerimizi genetiğimiz ve bunun sonucundaki beyin kimyamızın yanısıra yaşadıklarımız belirliyor.
Ancak biz tercihlerimizin kaynağını belirlemek konusunda muktedir değiliz.
Kader olgusunu da aynı şekilde ele alabiliriz.
Evet. Neyi yapacağıma ben karar veriyorum, ancak o an onu yapmak istememin gerçek kaynağı belirsizliğini koruyor.
Şu an kullandığım fareyi az sağa itmek isteyebilirim.
Yaptım da;
Ancak neden bunu istedim?
Çünkü bu düşünceme bir örnek teşkil etmesini istedim.
Bunu neden istedim?
Yazdığım yazının anlamsal aktarımını kuvvetlendirmek için.
Neden yazı yazmak istedim?
Hayat öyküm devreye girer…
***
Temelinde “ilk duruma bağlılık olgusu” na inmiş bulunuyoruz.
İlk duruma bağlılık olgusu: “Bilardo masasını sürtünmesiz bir ortam olarak düşündüğünüz zaman topu ilk atış şiddet ve doğrultunuz 10 saniye sonra nerede olacağını belirler. İlk durumdan bir kaç derece açı ile sapmanız sonraki tüm süreci mutlak surette etkileyecektir.”
Bir yanıt yazın