Su, ekmek, popülariteye kurban olanlar…

Eskileri, çok eskileri görmedik…

Eskiler bizi şanslı sayar. Neymiş efem; elimizin altında teknoloji, her türlü imkan… Eskiden mektupla haberleşirlermiş, bak şimdi herkesin elinde cep telefonu.

Bizse onları şanslı sayarız. Efem, bayramlar daha bir bayrammış, dostluklar daha bir dostluk. Şimdi hiçbir şeyin kıymeti kalmamış. Bol buluyoruz, satıyoruz.

Evet, herkesin elinde bir cep telefonu, haklılar. Geçenlerde bir öğretmenin feryat figan çığlıklarını içeren bir metin okudum. Çocukların defter, kitap, kalem, silgi ve hatta kıyafet gibi temel ihtiyaçlarında ciddi eskiklikler var, ama hepsinin elinde son model cep telefonu… Yazık…

***

Kimin şanslı olduğuna karar vermek kuramsal olarak imkansız.

Eskiler yeniler kadar faydalanamazlar yeniliklerden, zira artık kapasiteleri doymuştur, takip etmekte zorlanırlar. Onlara imrenir, şanslı bulurlar.

Bizse giderek mekanikleşen bir çevre içerisinde eskidiğimizden, aslında üstbilişsel olarak gerçekten de bir şeyleri yitirdiğimizin farkındayızdır, ama yeniliklerin cazibesi eskiyi arattırmaz.

***

Kısacası avantaj giderek bizim manevi güzelliklerimizden maddi bir kaç japon işine, amerikan harikasına, teknoloji eserine kayıyor.

Hatırlarım, çevirmeli bağlantı vardı eskiden. Benim yaşlarımdaysanız, internet maceranız muhakkak onunla başlamıştır. Bir şarkıyı indirmek bir saate mal olurdu. Bir saat de bugünün parasıyla 5-10 YTL’ye…

Bir yerlerde kablo internet olduğunu duyar heyecanlanırdık. Tahayyülümüzde canlandırmak zordu: 24 saat bağlı ve sabit ücret! Üstelik hızlı.

***

Üniversiteyi kazandığım sene internet kafede çalışıyordum. Bu ADSL denen şey yeni icat olmuştu. Kapılara yazmıştık, gurur duymuştuk, epey de müşteri çekmiştik. Hem de 128 K. Yani bugün en ucuza alabileceğiniz, en dandik internetin 1/8’i o zamanın en hızlısıydı…

Onu bırakın, ilk bilgisayarımı hatırlıyorum. 4 MB Ram’i vardı… Dünyalar sığardı. Şimdi  4 GB alıyorsun. Windows’un 32 bitse görmüyor, bir de üstüne 64 bit Windows çakıyorsun.

Falan filan…

***

Bilim kurgunun devlerinden William Gibson, matriks düşüncesinin babasıdır. Onun bir Sprawl üçlemesi vardır.

Çağının ilerisindeki bilim kurgucunun 2050’li yıllara yakın zamanlarda öngördüğü RAM, 16 MB… Herhalde onun zamanında 256 KB civarındaydı. 64 katına çıkacağını umuyordu. Oysa 65536 katına çıktı.

***

Öngörülenden hızlı ilerliyor medeniyet. Bu yüzden medeniyet, maddiyat ve maneviyat arasında çukurlar, uçurumlar oluşuyor. Eskiler bizi şanslı sayıyor, biz eskileri şanslı sayıyoruz. Biz de giderek eskileştiğimiz için bir ara kendimizi şanslı hissedeceğimiz bir ekstramum noktası oluştuktan sonra biz de yenileri şanslı saymaya başlayacağız.

Ancak bir şeylerimizden kaybetmiş olacağız…

Her şeyin kontrolümüz, bilgimiz dahilinde olması… İnternetten her şeye ulaşabilmemiz, tembel, hazırcı bir alışkanlık yaratıyor.

Oysa sadece su ve ekmekle yaşayabilecek bünyemiz var. Bu bize yeterli…

Hayatta kalış gücü ve bekamızı teknolojiye kurban vereceğiz.

***

Daha da kötüsü, Teknoloji de bir popülarite aracına dönüşmek üzere.

Ekmekten sudan vazgeçmeyin. Eninde sonunda onlara kalacağız.


Yorumlar

“Su, ekmek, popülariteye kurban olanlar…” için bir yanıt

  1. Tebrik ederim, iyi bir yazı yazmışsınız…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir