Güvenlik mi? Mahremiyet mi?
Bu sorunun muhattabı daha çok sivil havacılıktır. Güvenliğe tehlike arz edebilecek durumlarda vücut, valizler vb. kişisel ve bireysel varlıklar ve eşya didik didik aranabilir. Elbette bunun yapılabilmesi için önemli bir sebep gerekir, -ki havacılık tarihi de kanla yazılmıştır-, bugünkü güvenlik önlemlerinin temelinde muhakkak bir olgu vardır, bir eylem sonrasında bu prosedürler şiddetli tartışmalar sonucunda ortaya çıkmıştır; ancak çıkmıştır, işe de yaramaktadır.
Havacılığın anahtar kelimesi de “Safety First”tür. Türkçesiye; “Önce Güvenlik”.
Ancak,
Güvenliğin sınırlarının ne şekilde çizildiği çok önemlidir.
Bir ara çok popüler olan “Biri Bizi Gözetliyor” yarışmasının yurt dışındaki muadillerinin ismi “Big Brother” idi. Bu ismin kaynağı da genelde komunizm eleştirisi romanlarıyla meşhur, ancak kendisi de sosyalist olmasına rağmen Sovyetlerin Troçkistlere nasıl davrandığını görünce umutsuzluğa kapılan fikir değiştiren George Orwell’ın “1984” adlı romanıdır. 1984’te üç parça olan dünya’da devlet, devletin güvenliği için her ev dinlenmekte, kamerayla izlenmekte, diller bile değiştirilmektedir. Mahremiyet diye bir kavramın varlığından bahsedilemektedir. Zira bildiğiniz gibi o yarışmada da her oda kamerayla izleniyor, yarışmacılar hep göz önünde bulunuyordu.
Güvenlik için alınan önlemlerle mahremiyet kimi zaman bu şekilde çakışabilir. Birini arttırmak için diğerine tecavüz edilmek durumunda olunabilir. Güvenliği arttırmak için kişilerin mahremiyet hakları gözedilmezken, fazla mahremiyet de suistimal edilerek güvenlik zaafiyetine sebep olabilir.
Satılık Mahremiyet
Hal durum böyle olunca 11 Eylül saldırısından sonra –ki aslında hala şaibelidir- en radikal önlemler devreye girdi. Sivil havacılıkta bagaj, yolcu ve uçuş güvenliği açısından en büyük teknolojik gelişmeler 9/11’den sonra yaşanmaya başladı.
Bugün özellikle ABD’de güvenlik amacıyla mahremiyet işgali oldukça yoğun. Üstelik kimi hava limanlarında yolcuların davranışlarından çözümleme yaparak onların potansiyel bir terörist olup olmadığını damgalayan duygusal-teknolojik cihazlar devreye girdi.
Ancak şüphesiz en önemli gelişmelerden birisi T-ışınları idi…
Bilindiği üzere şu an havalimanlarına ya da uçağa girerken valizler X ışınlı detektörler altından geçiriliyor. X ışını elektomanyetik spektrumun insan için tehlikeli olan kısmında. Yani radyoaktif. Bu yüzden insanlar X ışınlı detektörlerden zorunlu olmadıkça geçirilmez. Bizler metal detektörlerinden geçiriliriz, ve ayrıca güvenlik personeli elindeki seyyar detektörle bizi kontrol eder. Böylelikle vücudumuzda uçuş güvenliği için tehlike arz edebilecek metal aletler aramaya takılırlar.
Yaklaşık iki senedir ise farklı bir teknoloji var: T-ışını
Elektromanyetik spektrumdaki yeri çok daha düşük enerjili ışınlar arasında. Bu yüzden radyoaktif bir tehlike arz etmiyor. Bu ışınları üretmek eskiden maliyetliydi, ancak yeni teknolojiler sayesinde oldukça kolay. Zira daha önce bu aletin kabiliyetleri hakkında çeşitli yayınlarda yazılar çıktı, bizler de tanıttık.
Ancak aletin bir özelliği var. İçinden geçen insanı, bırakın kıyafetsiz görüntülemeyi, ayarlanışına göre derisinin belli bir seviye altına kadar bile nüfuz ederek deri altına saklanmış tehlikeli cisimleri ve maddeleri bile görüntüleyebiliyor.
Buraya kadar bir sorun yok. Elbette güvenlik açısından oldukça faydalı ve zahmetsiz bir teknoloji. Ancak emin olunuz ki renginiz hariç “çıplak görüntünüzden” farkı yok. Bu yüzden şu an yalnız ABD’deki bir kaç havalimanı’nda kullanılıyor. Diğerlerinde henüz kullanıma bile geçmedi.
Avrupa Birliği ise bu cihazların kullanımına geçmek niyetindeydi. Hatta önemli havayollarında kullanıma geçilmesi için bir kaç numune de satın alındı. Ancak başta Almanya olmak üzere AB içinde ciddi muhalifler var. Muhalefetin sebebi ise; insanların vücut ölçülerini, şekillerini elbette herkese göstermek istemeyeceği.
Bu yüzden AB, onaydan geçiremediği bu “mahremiyet gösterici”leri geri vermek için alıcı arıyormuş. Yani satılık mahremiyet var; İlgilisine duyurulur…
Bir yanıt yazın